Bu site
.com
site kurucusuyla tasarlanmıştır. Kendi sitenizi bugün kurun.
Hemen Başla
  • BLOG

  • HAKKIMDA

  • İLETİŞİM

  • More

    Use tab to navigate through the menu items.
    thumbnail_Adsız-Resim.png

    Donat'tan

    İçimden geçenler, kendime yazılar

    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    Başlamadan önce buraya göz atabilirsiniz
    • Donat
      • 28 Ağu 2019
      • 5 dakikada okunur

    Kayık

    Güncelleme tarihi: 21 Şub 2020

    Dedesinden yadigar kalan üzerini örümcek ağları örmüş ahşap kayığı ardiyede gördüğünden bu yana onunla denize açılmayı, sakince balık tutmayı kafasına koymuştu. Ve o gün geldi. Tüm malzemelerini dünden hazırlamıştı. Çantası hazır bir şekilde yola koyulmayı bekliyordu. Kayığın sağlam olduğundan emin olmasa dahi kayığı binbir güçlükle kapının önüne çıkarmayı başardı.


    Meşeden yapılmış, yer yer çöküntüleri olan kayığın her yerini incelemeye başladı. Önemli bir hasarı yoktu. Suyun üstüne çıkarınca da içine su sızıp sızmadığını anlayacaktı. En büyük korkusu buydu. Ya bunca hevesine rağmen sırf küçük bir pürüz yüzünden balığa çıkamazsa!


    Deniz kıyısında yıllardır yaşamasına rağmen küçükken dedesiyle balığa çıkması dışında hiç balığa çıkmamıştı. Dedesiyle çıktığı küçük seferlerde inanılmaz mutlu olduğunu hatırlıyordu. Ama o gittiğinden beri hiç isteği olmamıştı. O zamanlardan hatırladıklarını yapmaya çalışıyordu.


    Evinden hemen üç yüz metre ileriden denize açılacaktı. Kayığın altına kolay götürmesi için yine ardiyede bulduğu bir tekeri patlak römorku yerleştirdi. Çekmesi epey zor olsa da kıyıya kadar getirdi. Kayığı direkt suya doğru sürdü. Arkasındaki halatı, yan tarafa, kaçmasın diye bağladı. İçinde korku vardı, kayık su alacak mıydı? Yanda son hazırlıklarını yaparken gözünün bir ucuyla da kayığı gözlüyordu.


    Yeleğini sırtına, şapkasını da kafasına geçirdi. Hava güzel gözükse de ne olacağı belli olmazdı. Dedesi her zaman her şeye hazırlıklı olması gerektiğini söylerdi. “Aldanma güneşe, güzel havaya bir bakmışsın sert rüzgarla hırçın dalgalarla baş başa kalmışsın, aman!” derdi. Kovasını, oltasını, yemlerini attı kayığın içine. Paçalarının ıslanmasını umursamıyordu. Kendine ekmek arası bir şeyler hazırlamıştı akşamdan, atıştırmalıklarını ve suyunu kontrol etti sonra çantayı fırlattı kayığın içine.


    Bu zamana kadar kayık su almadıysa daha da bir şey olmaz diye düşündü. Kayığa tam atlayacakken silinmekte olan yazıyı fark etti. Kayığın burun tarafında hemen denize dokunduğu yerin az yukarısında büyük harflerle “GÜZELİM” yazıyordu. Duygulandı, ninesini hiç görmemişti ve dedesi onu anlatırken hep “Güzelim” diye anlatırdı, sonra da o yaştaki adamdan hiç beklenmeyen bir gülümseme suratına otururdu. Döndüğünde mutlaka bu yadigarı yenileyecekti.


    Kıyıdan epeyce ilerlemişti. Kollarını dinlendirmesi gerekiyordu artık, uzun zamandır kollarını bu kadar kullanmamıştı. Çevresine bakındı, deniz alabildiğince maviydi. Hafiften bir esinti vücuduna çarpıyordu. Gökyüzünde süzülen martıların seslerine kulak verdi. Gökyüzü ve deniz ileride birleşiyordu. Ayrımını yapmak neredeyse imkansızdı. Eşsiz manzaranın keyfini kısa bir süre çıkardı.


    Dedesiyle balığa çıktığı zamanlar sürekli aklına geliyordu. Bunca zaman neden çıkmadığına hayıflanıyordu. Bir keresinde kayığın uç kısmına ufakça bir martı konmuştu. Anlamsızca ciyaklıyordu. Ona bakıyor ve sevmek istiyordu. Hamle yaptığında dedesi tutmuştu omzundan: “Yaklaşırsan kaçar evladım, uzaktan güzelce seyret. Bak ne de güzel gözleri var.” demiş sonra da tuttuğu balıktan fırlatmıştı ona doğru. Hemen yakalayıp tek hamlede mideye indirdikten sonra kanatlarını açıp teşekkür edercesine çığlığını atıp havalanmıştı, martı. Bir süre sonra gözden kaybolunca ağlayıp dedesine dönüp: “Gitti dede, gelmeyecek mi bir daha?” diye sormuştu. Dedesi gözyaşlarını başparmağıyla sildikten sonra “Merak etme evladım martı sevdiği denizden asla vazgeçmez, gelir yine.” demişti. O yaşta anlamamış ileriyi göstererek “Bak gelmiyor!” deyip ağlamaya devam etmişti.



    Gücünü toparladıktan sonra ilerlemeye devam etti. Balıklar için en uygun yeri bulmak istiyordu. Arkasına dönüp baktı, kıyı neredeyse gözükmüyordu. Şapkasına hafiften vurup alnındaki teri eliyle sildikten sonra güneşe doğru baktı. Burası uygun olmalıydı. Kürekleri yavaşça bıraktı. Oltasını çıkardı, yemi dikkatlice ucuna geçirdikten sonra oltayı atabildiği kadar ileriye attı ve beklemeye başladı. Kovasını denize daldırıp yarısına kadar suyu doldurdu. Yakaladığı tüm balıkları içine atacaktı. Ama en son tekrar denize bırakacaktı. Dedesi olsa kulaklarını çekerdi. Bir keresinde balıkları yiyeceklerini öğrendiğinde kovayı denize dökmeye çalışmıştı da dedesi son anda fark edip engel olmuştu. Şimdi onu tutacak dedesi yoktu, gönül rahatlığıyla özgürlüklerine onları geri bırakacaktı.


    Oltadan henüz hiç hareket gelmiyordu. Oltayı sabitledikten sonra bu güzel esintide biraz kestirmeyi düşündü. Kayıkta kendine yer açtıktan sonra çantasını başının arkasına aldı ayaklarını uzattı rahatsızca, şapkasını suratına indirip kestirmeye başladı.


     

    Kayığın şiddetle sallanmasından dolayı aniden yerinden fırladı. Korkuyla etrafa bakındı. Kayık dalgalardan neredeyse alabora olacaktı. İlk önce vücuduyla dengeyi sağlamaya çalıştı sonra durumu algılamaya. Biraz önce tepeden etrafına ısısını, ışığını yollayan güneş bulutların arkasında saklanıyordu. Bulutlar gökyüzünü kaplamış inceden yağmuru serpiştirmeye başlamıştı. Sakin deniz kendini hırçın büyükçe dalgalara bırakmış, hafif esinti kendini sert rüzgara teslim etmişti.


    Kendisine geldiği anda oltasına doğru yöneldi ama yerinde yeller esiyordu. Tutturduğu yerden fırlamış çoktan derinlerde kendine yer bulmuş olmalıydı. Su dolu kovası devrilmiş, kayık zemininde inceden sular birikmişti. Kayıkta delik olmamasını tüm benliğiyle diliyordu. Kürekler sabitti, onları görünce derin bir iç çekti. Biriken suyu dışarıya atmaya çalıştı ve artık acilen dönmeliydi.


    Ama ne tarafa doğru? Gözünün alabildiğine mavilik dışında hiçbir şey gözükmüyordu. Kıyıyı hiçbir şekilde göremedi. Sanki üzerine bulut çökmüş gibiydi. Ne tarafa gideceğini bilmiyor, kıyının nerede kaldığını algılayamıyordu. Elini cebine attı, hemen yardım çağırmalıydı lakin telefonu bulunduğu yerde çekmiyordu. Kim bilir neredeydi şu an, en yakın insan fersahlarca uzakta olmalıydı.


    Kayık rüzgarın ve dalgaların etkisinde sallanarak ilerliyordu. Nereye gittiğinden bihaberdi. Fırtına ve yağmur şiddetini arttırmaya başladı. Şapkası kafasından uçtu gitti. Onu merak edecek kimse, herhangi bir bekleyeni de yoktu. Dedesi öldüğünden beri hayatta yapayalnız kalmıştı. Sokakta kaçarak selam verenler dışında tanıdığı insan sayısı bile sayılıydı. Burada boğularak ölecekti. Çok büyük bir korku sardı bedenini. Onun yokluğunu kim fark edecek de yardım edecekti?


    Muhtemelen kıyıya vurmuş cesedini günler sonra bulacaklardı. Ah yazık vah yazık diyerek tanımadıkları bu bedene güzellemeler yapacaklardı. Genç yaşında ne hale gelmiş diyecekler, ismi minarede bir iki kere yankılandıktan sonra onu kimsesizlerin bulunduğu yere gömeceklerdi. Sonra da sonsuza dek unutulacaktı. Onu hatırlayan bir insan bile kalmayacaktı.


    İnceden bir acı gülümseme aldı suratını. Onu belki de o al yanaklı utangaç kız hatırlardı. Ah o gözlerinde hayat taşıyan, mutluluğu iki dudağının arasında saklayan kız… Hatırlar mıydı gerçekten? Birbirleriyle çekingen selamlaşmaları dışında hiç konuşmamışlardı. Yolda birbirlerini görünce ikisi de utanarak kaçarcasına birbirlerine selam verirler, sonra da kızaran gülümsemeleriyle oradan hızlıca uzaklaşırlardı. Ah o saçları alev alev yanan, tenini yıldızın parıltısından alan kız… Hatırlardı değil mi? Yoksa neden ona öyle amansızca gülümsesin ki, yoksa neden gülümserken gözleri yerini adeta ince bir çizgiye bıraksın ve ona mutluluk saçsın ki… İnsan insana öyle bakar mı, ne kadar insafsızca.


    Güzel hayalinden kayığın sallantısıyla az kalsın düşecekken çıktı. Kendine acımayı bırakıp toparlanmalıydı. Bir çözüm bulmalıydı. Etrafına gözlerini kısarak baktı. Kıyıya benzer hiçbir şey göremiyordu. Bu ölüm korkusu onda bazı uyanışlara yol açacaktı. Eğer buradan kurtulursa eskisi gibi birisi olmayacaktı.


    İnsanlara daha çok selam verip muhabbet edecekti. Arkadaş olacaktı. Oturacak onlarla zamanını paylaşacak, anılar biriktirecekti. En az bir tanesini dostu yapacak, onun tüm dertlerini dinleyip çözümler bulacaktı öyle baştan savma da değil. Ona en derin dertlerini anlatacak, insanları daha çok sevecek, onu terk eden, dedesiyle baş başa bırakan annesini bulacaktı. Önce ona hesap soracak sonra tek sözüne affedip her şeyi unutup boynuna atlayacaktı. Çok sıkı sarılacak, onu terk etme sebebi ne olursa olsun unutacaktı hemen.


    Ve o yonca buruna, nar dudaklara, bal gözlere sahip kıza koşacaktı. Ona onu sevdiğini söyleyecek, onunla ömür boyu mutlu olmayı isteyecekti. Hiç çekinmeden yüzüne karşı tüm içini dökecekti. Yanından geçerken yeterince alamadığı eşsiz kokusunu tüm gücüyle içine çekecek, pamuk yanaklarını avucunun içine alıp bir buse konduracaktı.


    Bir yön seçmeliydi. Bunları gerçekleştirmesi için buradan kurtulmalıydı ilkin. Artık yeni başlangıç yapacaktı. Yeni birisiydi artık, planları da ileridekilerdi. Kayıkta ayağa kalktı. İki ayağını yana doğru açıp sallanan kayığı dengede tutmaya çalışıyordu. Son kez arkasında dönüp baktı. Kıyı belki de o taraftaydı ama önemli değildi onun için. Geride kalanlar artık eski onu beklememeliydiler zaten bekleyen pek kimse yoktu. Sonra döndü önüne, kararını verdi. Dosdoğru ileriye doğru gidecekti. Arkadaki herkesi, geçmişini, eski onu bıraktı geride, onun için önemli olan ileridekilerdi artık ve yeni o.


    İçine derin bir huzur doldu, artık daha farklı bakıyordu gözleri ileriye doğru.

    • Düşünce
    • •
    • Deneme
    • •
    • Duygu
    83 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 19 Haz 2019
      • 2 dakikada okunur

    Sarılmak

    Güncelleme tarihi: 19 Oca 2020

    Sarılmak… “Sarılma veya kucaklama, iki veya daha fazla kişinin kollarını birbirlerinin boynuna, sırtına veya beline koydukları ve birbirlerine yakın tuttukları, insan topluluklarında evrensel olan bir şefkat şeklidir.“ Sözlüğü açıp baktığınızda bu tarz bir açıklaması var. Ama sizin için de sadece bu kadar mı? Sadece bir şefkat hareketi mi?


    Bana göre sarılmak var olan en muhteşem insan hareketidir.


    Öncelikle neden sarılırsınız birine? Korktuğunuzda güvende hissetmek için, üzüldüğünüzde toparlanmak için, mutlu olduğunuzda sevincinizi paylaşmak için, özlediğinizde hasretinizi gidermek için…


    Biliyorum bu duygularınızı başka şekilde de karşılayabilirsiniz lakin hiçbiri sarılmak kadar etkili değil. Diğer tüm her şey sizi yanıltabilir. Tek başına gülümsemek aldatıcı, bakışlar yanıltıcı, ifadeleriniz taklit, tepkileriniz yalancı olabilir. Fakat sarıldığınız zaman yalan söyleyemezsiniz. Tüm bu duyguları aynı anda yaşadığınız bu harekette duygularınızı yönlendirmek bence imkansız.


    Sarılmanın çeşitleri var ve hepsini istemsizce birbirinden ayırırsınız. Annenize sarılırken içinizde derin saf bir sevgi vardır. Kardeşinize sarılırken eşsiz şefkat bulunur. Arkadaşınıza içten sarılırsınız, tanımadığınız insana ise temkinli.


    Sevdiğinize bir başka sarılırsınız, korkarsınız bir daha sarılamayacaksınız diye, sımsıkı sarılırsınız tamamen hissetmek için, tüm sevgiyi alabilmek için. Sevgilinize sonsuz aşk ile sarılırsınız, tüm mutluluğunuzu paylaşmak bunun yanında tüm hüznünü yok etmek istersiniz.


    Sarılırsınız, karşınızdaki kişi anlar onun derecesini. Ne kadar güçlü ise sarılmak, sarılmanın seviyesini belirler.


    Kırgın olursunuz karşınızdakinden sarılmasını beklersiniz. Öfkeli olursunuz, karşınızdaki kollarını sarınca size yavaşça sakinleşirsiniz. Heyecanlı olursanız bir anda kucaklarsınız. Mutluyken gözleriniz parlar, tüm gücünüzle sarılırsınız. Özlemişseniz, koşarsınız ona doğru, sararsınız birbirinizi, tüm hasreti gidermek için.


    Kollarınızı karşınızdaki insana sararsınız, vücudunuz yapışır birbirine. Başınızı dayarsınız, koklarsınız, belki de öpersiniz. Neredeyse tek bir vücut olursunuz. Karşınızdakinin titremesini, nefes alıp verişini tüm benliğinizde hissedersiniz. Soluğu tüm vücudunuzu ısıtır. Bedeninin istemsiz titremesini iliklerinize kadar benimsersiniz. Sizin kalbiniz onun sağ tarafına, onun kalbi sizin sağ tarafınıza denk gelir. İki yanınızda da kalp atışını hissedersiniz, artık sanki iki kalbiniz vardır. Bir kalp bir ömür bize yeterken iki kalple kim bilir nasıl yaşar insan.


    Daha uzun, daha sağlıklı, daha güvenli, daha mutlu, daha güzel…



    • Düşünce
    • •
    • Deneme
    • •
    • Duygu
    108 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 9 Haz 2019
      • 4 dakikada okunur

    Şey

    Kapının çarpma sesiyle gözlerini yavaşça açtı. Önce tüm vücudu istemsizce kasıldı, kafasını gererek yavaşça sağa sola çevirdi. Ayağını ve kollarını gerdikçe uyanmanın ilk rahatlığına kavuştu. Battaniyenin altından çıkan ayağına odanın soğukluğu çarptı. Gözlerini ellerinin üstüyle ovaladıktan sonra onun olması gereken yere doğru çevirdi. Orada değildi. Önemsemedi, elini uzatıp paketten bir sigara çıkarıp yaktı.

    Onu uyandıran kapının kapanma sesiydi lakin uyandığı o ince zamanda onu uyandıranın farkında bile değildi, onun için bir önemi de yoktu. Sigaranın dumanını üflerken yastığını başının altına alıp kendini geriye doğru attı. Güzel bir rüya görüyordu ve unutmak üzereydi. Bir yandan rüyasını kafasında canlandırmaya çalışırken bir yandan kendine gelmeye çalışıyordu. Her zaman birbirinden güzel rüyalar görürdü. Kimi zaman uyandığında mutlu olduğu o rüyaların bitmesini istemez tekrardan gözlerini sımsıkı kapatıp rüyasına geri dönmek isterdi. Bu sefer rüyasını kaçırdı, zorlasa da aklına gelmiyordu. Hatırlamaktan vazgeçip komodine doğru başını çevirdi. Sigarasını son bir defa içine çektikten sonra küllüğe sertçe bastırdı.

    Sigarasını söndürdükten sonra, odada hızlıca göz gezdirdi. Oralarda bir yerlerde olmalı diye düşünüp bakınmaktan vazgeçti. Telefonu eline alıp saate baktıktan sonra uyurken neler kaçırdığını öğrenmek için kurcalamaya başladı. Ama kafasının bir köşesinde onun nerede olabileceğini düşünüyordu. Telefonunu köşeye atıp kalktı.

    Odada o şeyi aramaya başladı. Hiçbir yerde yoktu. Masanın üstünde, raflarda, kitaplığında, yatağında, dolapta gözükmüyordu. Nerede olabilirdi? Düşünmeye başladı, kafasını iyice zorluyordu ama hiçbir şey gelmedi aklına. Odanın her köşesinde bakmış ve odayı epeyce dağıtmıştı. Hiçbir yerde bulamadı. Odaya genişçe bir göz gezdirdi, burayı illaki toparlardı fakat o şeyi bulmak zorundaydı. Evde bir yerlerde olmalıydı. Gidip elini yüzünü yıkamaya karar verdi. İyice kendine geldikten sonra evi dikkatlice aramaya başladı.

    Evin her yerini didik didik etti, atlamış olabileceği hiçbir yer kalmadı diye düşünüyordu. Artık endişelenmeye başladı. Olabilecek en saçma yerleri düşündü. Bakılabilecek her yere baktı. Acaba dışarıda mı kaybetti? Önceki gün yaptığı her şeyi hatırlamaya çalıştı, gittiği tüm yerleri düşündü. Kendini sakinleştirmeye çalıştı.

    Üzerine bir şeyler geçirdikten sonra önceki gün gittiği tüm yerlerde o şeyi aramaya gitti. Girdiği her yerden yüzü buruşmuş bir şekilde çıktı. Hiçbir yeri atlamamak için dikkat ediyordu. Hatta birkaç gün önceki yerlere bile uğradı. Bir türlü bulamadı.

    Yolda kaybetmiş olabileceğini düşündü. Geçtiği tüm sokakları caddeleri baştan aşağı dolaşmaya başladı. Gözleri sürekli o şeyi arıyordu. Etrafındaki kimseye dikkat bile etmiyordu. Geçtiği yerlerden birkaç defa daha geçti. Fakat umudunu kaybetti ve eve dönmeye karar verdi. Ama içinde yine bir şeyler kalmış olmalı ki dönerken bile her tarafa dikkatlice bakıyordu.

     

    Aradan bir süre geçti. Sessizlik olduğu zaman düşüncelerin sesinden uyuyamıyordu. En kötüsü sessizlikti, kendiyle baş başa kaldığında düşüncelerinden kaçamıyordu. Bu nedenle sessizlikten korktuğu için sürekli bir şeyler dinliyordu. Sessizlikte uyuyamamaya başladı. Rüyalardan kaçamıyordu, mutlu birbirinden renkli rüyalar yerini kabuslara bıraktı. Geceleri sürekli uyanıyordu. Artık hayallerinde de rüyalarında da özgür değildi.

    Aklından o şeyi kaybetmiş olma fikrini atamıyordu. Sürekli kafasını meşgul ediyordu. Her an tetikteydi. Hayatına devam edemiyor, bir umutla onu bulabilmeyi diliyordu. Yürüyüşü dahi değişmişti, her zaman etrafına daha dikkatli bakıyordu.

    Bazen delirdiğini düşünüyordu. Kimi zaman vazgeçiyor, aramayı bırakacağına dair kendine yemin ediyor fakat kendini kandırarak tekrar bir bahaneyle sokaklara çıkıp o şeyi arıyordu. Aynı yollardan defalarca geçtiği oluyordu. En sonunda tek başına bulamayacağına karar verdi.

    Yardım almaya karar verdiği sırada kafasında bir soru oluştu: Ben ne arıyorum? Olduğu yerde donakaldı o kadar uzun zamandır arıyordu ki ne aradığını unuttu. Ne arıyordu? Neyi kaybetti? Neden bu kadar önemli?

    Bulduğum zaman hatırlarım diye düşündü, hatırlar mıydı? Ne ile ilgili olduğundan bile bihaberdi. Lakin içindeki boşluğu sadece onu bulduğunda doldurabilirdi. Bu büyük boşluğu dolduracak şeyi de illaki görünce hatırlardı.

    Kafasında korkunç düşünceler oluşmaya başladı. Ya gördüğünde hatırlayamaz ve onu kaçırırsa? Ya da daha kötüsü kendisini sırf boşluğunu doldurmak amacıyla herhangi bir şeyi o diyerek bulduğunu kabul edip kandırırsa? Kendine bu kötülüğü farkında olmadan yapabilir miydi?

    Korkmaya başladı ya aradığı şeyi bulursa ve artık o şey eskiden kaybettiği gibi değilse, ya değişmişse, ya da daha kötüsü ona karşı hisleri değiştiyse. Onu bulduğunda ne olduğunu hatırlasa dahi o şey artık eskisi gibi değilse ne yapardı! O artık çok farklı bir şeye dönüşmüş olabilirdi. Bu düşünce soğuk ter atmasına neden oluyordu. Başı zonkluyor, düşünmek istemiyordu.

    Bir süredir onu aradığı için sanki arayış onun amacı olmuştu. Bulduğu zaman aradığı tatmini bulamayabilirdi. Bunca zaman boşuna bu kadar vakit harcamış olma fikri onu çıldırtıyordu. Sonrasında ne yapabilirdi?

     

    Düşüncelerden kaçmak için kendini dışarıya attı. Rahatça nefes alamıyordu. Başı dönmeye başlayınca destek alabileceği bir yere tutundu. Yoldan geçip gidenlere çaresizce bakmaya başladı. Bir süredir kimseyle iletişim kurmuyordu, neler kaçırmıştı farkına varmaya başladı. İçinde büyük bir pişmanlık duygusu oluşsa da içindeki boşluğu dolduramıyordu.

    İnsanlara baktı, daha önce fark etmediğini o an fark etti. Herkes bir şeyler arıyordu. Herkes mi bir şeyini kaybetti? Hiç kimse birbiriyle ilgilenmiyordu. Tüm gözler kaybettiği o şeyi bulabilme ümidiyle etrafına bakıyordu.

    Kimi daha henüz kaybetmiş olmalı ki büyük bir umut ve endişeyle çevresine bakınıyordu. Kimi kaybettiğinin farkındaydı, kimi henüz farkında değildi. Kimi aradığını kimseye göstermemeye çalışıyor, kimi heyecanlı gözlerle dikkatlice arıyordu. Kimi de ümidini kaybetmiş istemsizce göz atıyordu. Herkes kaybetmişti bir şeyini. Herkes bir arayış içindeydi.

    Acaba bulabilen var mıydı? Aradığını bulanlar şu an da evlerinde keyif çatıyor olmalıydı. Ne kadar da şanslı olmalılar! Bulabildiler ise nasıl başardılar? Tüm kapıları çalıp evde yan gelip yatanları rahatsız edip nasıl başardıklarını öğrenmek amacıyla yalvarmak istiyordu.

    Lakin bazıları evde henüz uykuda olmalılar! Uyandıklarında bir şeyi kaybettiklerini anlayıp arayışa yeni başlayacaklar. Neyi kaybettiklerinden bihaberler! Daha yolun çok başındalar. Bütün bu düşünceler aynı anda kafasının içinden geçiyordu. Kendini katiyen durduramıyordu.

    Sen neyi kaybettin, o şeyi arıyor musun?

    • Düşünce
    • •
    • Deneme
    • •
    • Duygu
    91 görüntüleme0 yorum
    23
    4
    56
    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    • Beyaz Google+ Simge

    donattan.com