Bu site
.com
site kurucusuyla tasarlanmıştır. Kendi sitenizi bugün kurun.
Hemen Başla
  • BLOG

  • HAKKIMDA

  • İLETİŞİM

  • More

    Use tab to navigate through the menu items.
    thumbnail_Adsız-Resim.png

    Donat'tan

    İçimden geçenler, kendime yazılar

    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    Başlamadan önce buraya göz atabilirsiniz
    • Donat
      • 15 Eyl 2020
      • 4 dakikada okunur

    Karşılaşma

    Güncelleme tarihi: 13 Nis 2021

    “Hemen geliyorum.” deyip telefonu hızlıca kapatırken merdivenin son basamağından atlayarak sokağa fırlayıverdim. Avare sokaklarda adımlarımı hızlandırırken cebime atmaktan rahatsız olduğum anahtarlarım, sol parmaklarımda şıngırdıyor diğer yandan sol elimde cüzdanı sıkıca tutuyorum. Tekrardan çalma ihtimaline karşı cebime telefonu koymadım bile diğer elimde bir o yana bir bu yana sallanıyor. Hafiften ciddi takındığım suratım selam almaya müsaitliğini belli ederken kendini tutamayan neşeli gözlerim çevremdekilerin gülümseyerek üzerime bakmasına neden oluyor. Cebimdeki paketten bir sigara çıkarıp kurumaya yüz tutmuş dudaklarımın arasına yerleştirdim. Ateşin alev almasını beklemeden yan taraflardan boğuk ve öksürmeye hazır bir ses “Gençsin, zarar veriyorsun kendine!” diye seslendi. Gençliğimin kuvvetine güvenerek köşedeki yaşlı amcaya ellerimi iki yana açıp kafamla “Bir şey olmaz.” dercesine bir bakış attım. Gözlerindeki pişmanlığı gösteren yaşlı amcadan dudaklarını gerip boynunu sola doğru hafif çevirerek “Ne halin varsa gör!” bakışını aldıktan sonra cüzdanın hemen arkasına, sol elimin içine, paketi sıkıştırdım.


    Caddeye çıktığım an çevremdeki insanların endişesi üzerime ağırlık gibi bastırmaya başladı. Düşünceli, dertli, üzgün, neşeli, mutlu, mutsuz ve sabırsız bir sürü insan çevrelerindekileri umursamadan yollarına devam ederken ben onların duygularını içimde hissetmeye başladım. Neler düşündüklerini, neler hissettiklerini ve neden hissettiklerini kafamda canlandırmaya çalıştım. Durağın hemen önünde saatine sürekli bakan, saçlarını istemsizce eliyle düzeltmeye çalışan ve sürekli giymediği belli olan güzelce ütülenmiş gömleği kemerinin arasından kendini bırakmaya başlamış ve onu düzeltemeyeceğini bilse de çaresizce eliyle kemerine sıkıştırmaya çalışan endişeli orta yaşlı adam, hayatının fırsatı olan bir görüşmeye gidiyor. Sol taraftaki pastanenin önünde, sinirli ve meraklı bir şekilde etraftakileri süzen, önündeki çay bardağını kırarcasına karıştıran -gülümsese eminim çok yakışacak- saçları beyazlamaya yüz tutmuş somurtkan teyze; eşine olan hıncını çevredekilerden çıkarmak istiyor. Bana doğru yürüyen iki genç çift görüyorum; bol tişört, altında da epey rahat olduğunu düşündüğüm şort giymiş, saçları -genetik olmalı- açılmaya henüz başlamış çocuk; yanındaki güler yüzlü, üzerine pek de rahat görünmeyen bir elbise geçirmiş, duygularını henüz inatla göstermese de yavaştan yanındakine gülümseme atan kızı güldürebilmek, etkileyebilmek için denemeler yapıyor. Tabii bence, yani ben kafamda böyle canlandırdım. Diğerleri çok da dikkatimi çekmedi ayrıca sıkıldım sanırım.


    Kalan azıcık yolumu hayallerime ayıracağım. Çevremdekiler artık bir silüetten ibaret. Yanımdan geçip gidenleri önemsemeden, anlamsız hayallerim ve kafamın içindeki düşünceler ile birlikte yoluma devam edeceğim. Lakin ne hayallerim bir çizgi üzerinde ne de düşüncelerim. Hiçbirini toparlayamıyorum, söz hakkı almadan konuşan ilkokul öğrencileri gibi sürekli çene çalıyorlar. Tam birine odaklanayım derken bir bakmışım arka taraflarda sesi çıkmayan bir başka hayale dalmış gidiyorum. Sonrasında ciddi bir düşünce esir alıyor beynimi, ondan kurtulmak isterken bir önceki hayali hatırlamak istiyorum fakat başaramıyorum. Kafamdaki amansız savaşın etkisiyle suratımda kızgın bir ifade belirmiş olmalı ki dalgınlığımdan çıkar çıkmaz göz göze geldiğim sevimli çocuğa gülümsemeye çalışsam da çaresizce annesinin bacaklarına sarılıp belli belirsiz laflar ederek ağlamaya başladı. Gözlerimi büyütüp şaşkın bir bakışla birlikte annesine dudaklarımla “Bilemiyorum.” ifadesi atıp yoluma devam ediyorum. Sonrasında ben de birisinin odaklanmadan duyamayacağı kısık bir sesle bir şeyler mırıldanıyorum, dudaklarıma bakılsa da ne söylediğim anlaşılabilir aslında. Kafamı birazcık eğip hafiften önüme hafiften de karşıma bakarak ilerliyorum. Kimseye çarpmamak için son anda bedenimle manevralar yapıyorum, kimse kimseye dikkat etmiyor! Telefonum elimde titrerken kimin aradığına bile bakmayıp hemen telefonu açıp kulağıma doğru tuttum. “Geldim.” deyip cevap bile beklemeden kapayıverdim.


    Bir anda olduğum yere çakılı kaldım, hareket edemiyorum. Yutkunma sesimi beynimin en derinlerinden duyuyorum, boğazım düğümlenmiş zorlanıyorum. Elimdeki paket ve cüzdan yavaşça kayıverdi, parmaklarımın arasından anahtarın kaydığını hissettiğim an diğer elimdeki telefonu sıkıca tutuyorum. Yerde dağılmış sigara paketini ve cüzdanımdan saçılan kartlarımı bir an dahi düşünmedim. Sağ bacağım sanki bana ait değil ve beni rezil ediyor şu an! Bedenimden fırlayıp özerkliğini ilan edecekmiş gibi zangır zangır titriyor. Sıkıca telefonu tuttuğum elimle sağ ayağımı çimdikleyip, azıcık olsun durmasını umarak, üzerine bastırıyorum. Kalbimin atışını damarlarımda duyuyorum, hissediyorum; beynimin içi, tüm vücudum zonkluyor. Sol tarafıma kafamı çevirsem belki de kalbimin göğsüme çarpışını göreceğim. Filmlerde gördüğüm kocaman savaş baltasını sanki sağ omzumdan belimin soluna kadar geçirmişler gibi bir acı hissediyorum ama görünürde yara da kan da yok. Göğsümün yanması nefes almama engel oluyor. İçimde sürekli tekrar eden bu acının bir an önce geçmesini istiyorum. Acı içerimde nefes alır gibi azalarak iyice ilerliyor, tam bitti dediğim anda derince bir nefes alır gibi başa sarıyor. Sanırım artık nefes almıyorum. Gözlerimin kızardığını hissediyorum, lütfen teslim olmayın; en güçsüz anlarımda dahi dayanmıştınız, yine dayanın. Kim bilir ne haldeyim şu an; tişörtümün üzerine dün kahve dökmüştüm, lekesi hala görünüyordur. Çok kırışık mıdır acaba? Diğer pantolonumu giyseydim keşke o bana daha çok yakışıyordu. Saçlarımı artık diğer tarafa atıyorum acaba fark etmiş midir? Ah saçlarım, kesin saçma bir haldedir! Hiç dikkat etmedim, aynayla kaçamakça yüzleşip evden hızlıca çıkıvermiştim. Eğer bu karşılaşma gerçekten kaçınılmazsa zamanı geri alıp en güzel halimle karşısına çıkmak isterdim. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilemiyorum. Biraz önce daldan dala atlayan tüm düşünceler ve hayaller yok oldu. Hiçbir şey olmamış gibi devam mı etsem, ilerden sola dönünce her şey bitecek, umarım. Fakat hareket edemiyorum. Keşke şu an da yok olsam! Allahım n’olur şu halimi fark etmiyor olsun!


    Gözlerinin içine bakmamalıyım, bakmamalıyım! Lakin aldı tüm benliğimi, baktım bir kere… Gözlerinin algısında kayboldum, koyu kahverengi gözleri üzerimde, ne yapacağım şimdi! Gözlerine inceden ve özenle yaptığı belli olan makyajı gözlerini daha bir ön plana çıkarıyor. Sinirli mi, şaşkın mı, mutlu mu anlayamıyorum; galiba sinirli bilemiyorum kafayı yemek üzereyim, hiç umurunda da olmayabilir. Biraz önce kim olduğu önemsiz tüm insanları okurken karşımdaki hakkında en küçük bir fikrim bile yok! Bir an olsun içinden geçenleri duymayı, tam şu an ne hissettiğini bilmeyi çok isterdim. Ona bakarken dalmışım, aptallığım suratımdan okunuyordur! Değişiklikler fark ediyorum çehresinde, azıcık kilo almış sanki yanaklarından fark ettim. Burnu mu kızarmış, güneşe karşı yürümesinden olmalı. Saçları, en son gördüğümde böyle değildi; ne kadar da yakışmış! Rüzgarın hafif esintisi parıldayan saçlarını arkasına doğru savuruyor. Sahi ne kadar süre geçti görmeyeli? Ayrıca biraz da yorgun gibi. Ruju dudaklarının üzerinden hafif taşmış, komik değil çocuksu ve tatlı görünüyor. Yüzü, sade ve tertemiz, makyajı hiçbir zaman abartmamıştı zaten; abartınca güzelliği bir yabancı gibi oluyordu. Boynundan neredeyse hiç çıkarmadığı altın sarısı kolyesinin parıltısı gözüme çarpıyor. Mevsimin renkleriyle bürünmüş, kırmızının üzerinde çiçek motifleri kaplı uzunca elbisesi ne kadar da yakışmış. Bununla birlikte dudaklarındaki şaşkınlığı görüyorum. Evet! En savunmasız, en çaresiz ve duygularını kontrol edemeyen ona ihanet eden dudakları... Gözleri kadar usta değil açık etti kendini! Harekete meyil verdiğini görüyorum, sakın! Konuşmasını istemiyorum, hayır istiyorum. Sesini unuttum lakin dudaklarının arasından ismim yükselirse heyecandan bayılırım. Kokusu hafiften çarpar gibi oldu burnuma, sakın! Rüzgar yön değiştirmesin suratıma çarpıverir tüm kokusu, hatırlarım tekrardan, sarhoş olurum. Onu unuttum tamamen ama bir adım atsa boynuna atlar, sımsıkı sarar, aklımı kaybederim. Gerçekte miyiz şu an? Ah bilemiyorum! Sadece özlemişim herhalde, ne de güzel duruyor öyle.


    Lütfen bana yeni bir anı verme sonra üzerimde yük oluyor.

    • Deneme
    • •
    • Duygu
    • •
    • Özlem
    247 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 3 Ağu 2020
      • 4 dakikada okunur

    Bir Kek Yemiştim

    Bir kek yemiştim, dünyanın en tatlı keki miydi bilmiyorum ama tadı tam damağıma göreydi. Maalesef çok şekerli tatlıları yiyemiyorum. Aşçı bilerek mi az koydu şekerini yoksa istediği ayarı tutturamadı mı, bunu bilemiyorum fakat benim için bunun bir önemi yok. Pek sabrı olmayan bir insan olduğumdan dolayı telefonun çalmasını bekleyemedim, hemen aldım elime telefonu ve aradım. Sanırım beklemem gerekiyordu, araması gerekiyordu. Ama ben kendimi davet ettirmiş oldum. Telefonu açtığı ilk an kulağıma gelen kahkahasını hatırlıyorum. Asla beni yadırgamak için değildi aksine parmaklarının benim numaramı tuşladığını söyledi. Tam o arayacakmış, bilemiyorum keşke o aramış olsaydı. Heyecanla telefonu kapatıp gidivermiştim yanına. Mutlu bir yüz karşılamıştı bedenimi.


    Bir kek yemiştim, dünyanın en güzel görünen keki miydi bilmiyorum ama gözlerim kamaşmıştı. Pek de anlamam aslında görüntüden. Gördüğüm şeyin içimdeki mutluluğu uyandırması benim için her zaman yeterli olmuştur zaten. Tatlı bir telaşla hazırlanmıştı belki de, bilemiyorum. Sanırım kek bir bahaneydi esasında, bir sohbet konusu. Değilse bile, ben buna inanmak istiyorum. Oturmak için yeterli sandalye yoktu, çektim yatağın köşesine bulduğum ilk şeyi. Ufacıktan bir masa yanaştı, masanın üzerine de kondu yedi kek bulunan tabak. Yatağa oturmuştu birimiz, ben de rahat mı rahat bir pufa; başka da bir şey yoktu zaten. Keklerin dördünü ben ikisini aşçımız yedi. Onun ellerine sağlık, çok güzeldi lakin hızlıca yediğimden tıkanmıştım. Aşçının gözlerimin içine heyecanla baktığını hatırlıyorum. Beğenmemi istiyordu, nasıl beğenmeyebilirdim ki? Yiyemedim kalan son keki, şimdi olsa çatlayana kadar ısırırdım. O zaman da zorlamıştım kendimi, en son pes etmiştim. İstemediğimden değil yanlış anlamayın, mideme ağır gelmişti sadece o zaman.


    Bir kek yemiştim, dünyanın en mis kokusuna sahip miydi bilmiyorum ama gözlerimi kapatmıştım koklarken. Aç da değildim pek ama kokusuyla birlikte bir guruldayıverdi karnım. Mutlu ve endişeliydi sanırım aşçımız, tadına yansımıştı inceden bir heyecan. Ya da ben kendimi kandırıyorum, öyle olmasını umdum sadece, bilemiyorum. Muhabbetin yanına bir de çay eşlik etti, aklınıza Rize’nin dağlarında yetişmiş mükemmel içimli siyah çaylar gelmesin. Isıtıcıdaki suyu iki kupadaki sallama çaya döküvermiştik. Fark ettiyseniz döküvermiştik dedim, birinci çoğul şahıs. Altını da çizmek isterim akıllardan kaçmasın diye. Önemi yoktu nasıl bir çay olduğunun, onunla “birlikte” hazırlanmıştı. Özlem vardı beklerken suyun ısınmasını. Kaçamak bir gülüş, sımsıkı bir sarılış… Utangaç bir rica vardı, rahatlamış bir tebessüm… Muhabbet vardı doyumsuz, bakış vardı gözlerde - belki de sonsuz-. Ya da ben öyle sandım, kokusu sarhoş etmişti sadece.


    Bir kek yemiştim, dünyanın en iyi aşçısı mı yapmıştı bilmiyorum ama bana öyle geliyordu. Menüsünün ne kadar geniş olduğunu bilemesem de sonrasında kurabiyenin ve böreğin de eklendiğini biliyorum. Emin olun, hepsi yediğim en güzel şeylerdi, parmaklarımı yedim, hatta boğulana kadar ağzıma attım her bir lokmasını. Görüntüsünü net olarak hatırlayamıyorum, üzerinden hayli zaman geçti. Hatırlar gibiyim daha çok, siz olsanız siz de öyle derdiniz. Ama emin olun, görsem tadı hemen damağımda belirir. Çok samimiydi keki ve ağızda dağılan. Görüntüsü pek canlanmasa da zihnimde, tadı tamamen dilimde, nedendir bilmiyorum. Buna rağmen gülümsemeyi çok net hatırlıyorum. Neden gülümsediğini hatırlamasam da gözlere kilitlenip hayaller kurduğum an hala en berrak haliyle zihnimde. Benim de gülmem için bir nedene ihtiyacım yoktu, karşımdaki mutluluğu görmek, içerimde bastıramadığım heyecan uyandırıyordu. E benim de suratıma doğal olarak ahmak bir gülümseme oturuveriyordu.


    Bir kek yemiştim, dünyanın en güzel tarifiyle mi hazırlanmıştı bilmiyorum ama beni mutlu etmeye yeterli olmuştu. Bir inadın, bir egonun oyuncağı mıydı bilemem ama bunun kırılmasına yardımcı olduğunu tahmin edebiliyorum. Halbuki ne kadar da gereksiz geliyor tadına bakınca. Nedendir bilmem, kalkıp bir süre diğer tarafa geçtiğimi hatırlıyorum. Sanırım kokuyu daha derinde hissetmek istemiştim veyahut uzanamamıştım son kekime. Çayın bittiğini hatırlasam da muhabbetin kesildiğini hiç hatırlamıyorum. Kaçırılan anılar dolaşmıştı lafların arasından sonra gelivermişti nedenler, isyanlar. Bir tarafta sadece korkular vardı bir tarafta da sadece kendini açıklama derdi. Kesinlikle yalan hakim değildi, fırsat bile bulamıyordu aralardan, ya da ben öyle olmasına inanmak istedim. İkisinde de endişe vardı bir de; elleriyle fırlatmak istemiyorlardı geleceği. Korkularla yüzleşti bir taraf, diğeri açıkladı kendini sadelikle. Bir gülümsemeydi hakim olunan, muhabbet haykırışa hakimdi içerlerde. Belki de söylenemedi içeride saklanan kelimeler. Bir derdi anlatıyordu cümleler, gözyaşı ortalara çıkmadan sarılış hakim oldu bedenlere; derin, sonsuz, içeriden... Sımsıkıydı, kalan yenilemeyen son keki de götürmek istedim. Cebime bile koyardım hatta. En son kalkarken onu da attım sanırım ağzıma, ya da usulca bıraktım tabağın kenarına, hatırlamıyorum.


    Bir kek yemiştim, dünyanın en sıcak keki miydi bilmiyorum ama düşündükçe ellerim yanıyor. Annemin hazırladığı keklerden değildi kesinlikle. Daha önce gördüğüm kalıp keklerle de alakası yoktu. Minicik kapların içindeydi her biri. Ne de güzel gelmişti kenarları tırtıklı kaplar. Şimdi ara ara keşke hiç yemeseydim diyorum çünkü diğer keklerin hiçbir anlamı kalmadı; tatları yok sanki. Tatmasaydım hiç bilmezdim, eksikliğini de hissetmezdim. Ama nasıl çıkarabilirim ki enfes tadını hatıralarımdan? Hep hayaller içerisindeyim, hiçbiri de öyle basit değil! Keşke bir daha fırsatım olsaydı, hiç kimseye bırakmazdım tek bir parçasını, tek lokmada bitiriverirdim. Nazardı belki de değen bilemiyorum sadece kabul ediyorum, böyle olması gerekiyormuş. İç çekişlerimi, bağırışlarımı içerime atıyorum. Keki de unutmak istiyorum. Muhabbete sığınıp gözlerimi kapatıyorum sessizce.


    Bir kek yemiştim, dünyanın en lezzetli keki miydi bilmiyorum ama tadı damağımdan gitmiyor. Hazırlanmasını bilemesem de tabağın masaya konuluşunu hatırlıyorum. Bu arada kekin neyli olduğunu hatırlamıyorum. Hafızamı zorladığımda içinde damla çikolata olduğunu anımsar gibiyim. Önemli olan gülümseme hakimdi, bir de tatlı telaş. Muhabbet mi bekleniyordu yoksa bir özlem mi vardı zamanda ayırt edemiyorum, daha önce de söyledim, bunun bir önemi yok. İlk ısırığımda gözlerin üzerimde gezindiğini biliyorum, aşçımız beğenilmek istiyordu. Beğenmiştim de gerçekten, o an tattığım en güzel ısırığı almıştım. Şu an baktığımda üzerinden bu kadar zaman geçmesini anlayamıyorum. Kekin tadı ile birlikte muhabbete takılı kaldığımı anımsıyorum. Heyecan o an ki gibi göğsümün içinde sıkışıp kalmış, şimdi bile cümlelerim birbirine karışıyor. O kadar lezzetliydi ki kek tabağın içinden hangisini seçeceğimi şaşırmıştım. Düşünsenize sizin için özenle hazırlanmış birbirinden güzel kekler… Özlüyorum, sohbetin sıcaklığını ve kekin lezzetini lakin malzemeler de hevesim de tükendi. Bir gün tekrardan fırının ısınacağını hayal ediyorum. Ne kadar da zormuş unutamadığınız tadın sizden uzaklaşması. Kekin tarifini istesem sizce ben de aynısını yapabilir miyim?


    Bir kek yemiştim, dünyanın en güzel keki miydi bilmiyorum ama benim için yapılmıştı.


    • Deneme
    • •
    • Duygu
    • •
    • Özlem
    252 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 30 May 2020
      • 8 dakikada okunur

    Kurşun

    Güncelleme tarihi: 31 May 2020

    1

    Sol omzumun tam üzerinden sıyırıp geçmiş olmalı. Sürüklediğim ayaklarım kapının önüne kendini zor attı. Kapının koluna tüm ağırlığımı vererek kapıyı aralayıp kendimi içeriye attım. Kan inceden aşağı doğru akıyor, durdurmak için elime geçen ilk bez parçasını üzerine kapattım. Kendimi koltuğun üzerine bırakıyorum. Bana ne olduğunu veyahut nasıl olduğunu anlayamadım henüz. Vücudumun her yerinde ağrı var. Bedenimin birçok yeri acı acı zonkluyor. Sızlayan yerlere hızlıca bakmam gerek. Karartının içindeki ışığa çarpmış bir gölge görmüştüm. Sanırım ya ben onun tam karşısına dikilmiştim ya da o benim. Hatırlayamıyorum.


    2

    Sağ göğsümün hemen altında. İnceden bir ağrı veriyor. Nefes alışverişimin sesini tenimde duyuyorum. Dışarıya verdiğim nefesin buharını görebiliyorum, dudaklarıma çarparak yayılıyor. O kadar hızlı ki başım dönmeye başladı, göz kapaklarımı taşıyamıyorum. Aynayı karşıma aldım, gözlerini üzerime diken yıpranmış ve kanlar içindeki bedeni görebiliyorum. Kafamı aşağı doğru eğdiğimde bulantım artıyor; yansımadan bakıyorum, böyle daha kolay olur. Akan kandan dolayı yaranın yerini tam kestiremiyorum. Elimdeki sıcak bezle yavaşça sildim. Çıkarayım derken kendime daha fazla hasar vermemem gerek. Kısık sesli bir müziğin ritmine uydurmuştum kendimi fakat henüz sözleri fısıldamaya başlamamıştım. Temkinli adımlarımla müziğe eşlik ederek ilerliyordum. Karartıya nasıl girdim, kulaklarımdaki müziği mi duymuştum orada, merak mı etmiştim? Müziğime eşlik edecek bir ses duymuş olmalıyım. Peki notalara silah sesleri nasıl eşlik etmiş olabilir de bedenim karalanmış bir portenin pisliğine esir olmuş?


    3

    Boynumun azıcık sağından geçip gitmiş. Dikiş atmam gerekiyor yoksa kan durmayacak. Daha önce böyle bir şeye gerek duymamıştım. İğneyi önce ateşin altında tuttum, dezenfekte etmek için en iyi yöntemim bu, şu an. Ecza dolabının içinde ipliği buldum. Avuçlarımı açıp kaldırdım, parmaklarımın arasında akan kanı izliyorum. Şaşırdığımı anımsar gibiyim. Dudakların karşımda gülümsediğini de. Bir de ter ve kanımın bulaştığı şu ana bakıyorum. Yorgun birkaç mermiye mi denk geldim, dost ateşi miydi yoksa seken mermiler mi çarpmıştı bedenime? Kötü olan, korkulan kişi miydim? Bu kadarını hak edecek ne yaptım ben! İğnenin ucunu tenime batırınca düşüncelerim dağıldı. Çığlığı içime bastırdım. Sadece birkaç dikiş, bunu yapabilir miyim?


    4

    Sağ kulağım parçalanmış, duyamıyorum neredeyse. Parmaklarımı kulağımın üzerinde şıklatıyorum, yankılandığını duyar gibiyim. Çok uzaktan işitiyorum. İnceden bir uğultu hakim belleğime. Mide bulantım gittikçe artıyor acele etmeliyim. Bez ile üzerine kapasam yeterli diye düşünüyorum. Aynada suretimle göz göze geldim, bu ben olmamalıyım. Alnımdaki teri siliyorum. Ne kadar çaresiz görünüyorum. Dışarıya kapadığım duygularımın aynadaki bir surete kendini bıraktığını fark ediyorum. Kaçabilir miydim? Celladımın acı gülümsemesinde infazımın yandığını anlamış boynumda yayın kirişini hissetmiştim. Elindeki silahı görmeden önce bedenimde yaralar oluşmuştu bile. Kaçmayı düşünmedim veya düşünemedim; belki ani gerçekleştiğinden, belki de kaçmak istemediğimdendir, bilemiyorum. Koşmaya başlasaydım bile elbet bir gün tanışacaktım kaderimle, çözüm değildi ki.


    5

    Sağ dizimin hemen üstünde, sancılı bir ağrıya yol açıyor. Hemen kurtulmam gerek. Yaranın çevresini temizledim ama kurşun derinde olmalı. Elimdeki aletle ulaşmaya çalışıyorum. Çok canım acıyor. Eskisi gibi atabilecek miyim adımlarımı? İlkin elindeki silahı fark edemedim. Çevredeki tüm sesler kesilmişti. Karanlıkta ışığı seçebilmiştim. Orada beni bekliyor muydu yoksa ben gelince mi kendini gösterdi bilemiyorum. Bir terslik olduğunun farkındaydım ama bu kadarını nasıl düşünebilirdim ki? Gözlerim kendisini henüz ayırt edememişken silahın kabzasının parıltısı gözlerime çarpmıştı. Silah daha önce kullanılmış mı bilemem ama her an kullanılacak gibi özenle bakılmış olmalı. Seslendim sanırım, tanımak veya karşılık bulmak için. Karanlıkta kelimelerim ulaşamamış olmalı, görebilseydi beni veyahut duyabilseydi yine de eline alır mıydı o silahı? Aynada düşüncemle karşılaşınca kendime gülümsedim, tabii ki alırdı!


    6

    Sol baldırımın ortasında da var bir tane. Her yerim kan içinde, elimi kıpırdatacak halim kalmadı fakat acele etmezsem başaramayacağım. Çok fazla kan var ve baktıkça mide bulantım artıyor. Sol tarafıma çok fena kustum. Midemde bir şey kalmamış olmalı. Namlunun üzerimde gezindiği anı hatırlıyorum. Hiç tedirgin değildi, kararlıydı. Öncesinde plan yapmış, çalışmıştı anlaşılan. O an benim bir önemim yoktu gözünde, onun hedef tahtasıydım, ya da nişan alınacak boş bir cam şişe. Ellerimi teslim olurcasına, şaşkınlık içinde kaldırdım, teslimdim ki zaten en başında. Korkumdan değil, korkmadım asla. Anlamaya çalışıyordum. Nedenini anlamaya çalışıyordum. Bu acıya kendimi razı edecek bir neden arıyordum sadece. Bir cümle, bir kelime yeterdi belki bakışındaki bir açıklamada veya dudaklarındaki bir harekette, razı olacaktım.


    7

    Elimdeki hissizlikle sol kolumdaki ağrıyı fark ediyorum. Diğerlerine göre daha küçük bir yara, kolayca kapatabilirim ama dikiş atmam gerek. Bedenimdeki tek yara bu olsaydı dehşete kapılırdım belki lakin şu durumda bu hiçbir şey. İğneyi batırınca inceden bir çığlık atıverdim. Dişlerimle ipi çektikçe gözlerimdeki yaşlara engel olamıyorum. Bağırmak istiyorum, haykırmak. Acıdan ne yapacağımı bile bilmiyorum. Yaranın üzerini sonunda kapayabildim. Elimi yumruk yaptım; sol kolumu hala kullanabiliyorum, buna da şükretmek lazım! Namlu üzerimde gezinirken gözleriyle karşılaşmak için gözlerimi hareket ettirmeden suratında bir karşılık aradım. Son defa kendimi anlatmaya çalışmak istedim, zannediyorum o an ateşledi ilk kez. Nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum. Mermilerin vücudumun neresine geldiğini önemsemeksizin üzerime doğru defalarca ateşledi silahını, ben de kaçmak için en küçük çaba göstermedim. Hem artık ne önemi vardı ki, kurşun tenime bir kere değmişti.


    8

    Midemin hemen altında olmalı. Kafamı aşağı doğru eğemediğimden aynadan yerini anlamaya çalışıyorum ne kadar da zor! Penseti yaraya dokundurduğum gibi elimden düşürmem bir oldu. Acıya dayanamıyorum dişlerimin birbirine çarpmasından çenem uyuştu neredeyse. Pantolonumdan kemeri çıkarıp dişlerimin arasına geçirdim ve yerden aldıktan sonra kısık bir çığlıkla yaranın içine doğru daldım. Kurşunun tam buraya girdiği anı hatırlıyorum. Ellimi yaranın üzerine götürdüm. Tutamamıştım mermiyi, ellerim karnımın üzerinde kanların içinde kalmıştı. Önce yarama sonra silahı ateşleyen gölgeye baktım. O an nefes alışverişini hissettim, hatta onun bir an için tereddütte kaldığına yemin edebilirim. Celladımın gözlerinden akan yaşları hatırlar gibiyim. Ya sinirinden ya çaresizliğinden ya da ben öyle sandım.


    9

    Sağ bileğimde inceden bir sızı var sıyırıp geçmiş olmalı. Karnımdaki yara beni epey zorladı. Bayılmışım sanırım, gözlerimi araladığımda pensetin ucundaki kurşunu önümdeki kaba bıraktım. Dikiş gerek mi bilmesem de bezle üzerini hızlıca bantlıyorum. Anımsar gibiyim. Umurunda değildi, benden korktu da kendini korumaya mı çalışıyordu yoksa? Kendi alanını korumaya çalışan vahşi bir hayvandı belki de. Ben onun güvenli alanına girmiş bir yabancıydım. Belki de onun avı. Varlığımı bir tehdit algıladı da kendini mi savundu. O yüzdendi umursamazlığı, öyle olmalı. Kötü bir amacı yoktu. Karanlıktı bu duruma yol açan, beklemeliydim aydınlığı. Her şey daha net görünürdü, daha sakin yaklaşırdım o da korkmazdı bu kadar. Kendimi tanıtamadım, tabii ya! Düşüncelerim kavga halinde. Halime haklı bir gerekçe mi arıyorum ben?


    10

    Sağ omzumun hemen ortasında, aynadan kurşunun neredeyse parladığını görüyorum. Kan yaranın üzerini kapamak üzere önce ılık bezle temizledim. Elimdeki bez artık kırmızı renkte, ne kadar temizlesem de eski haline dönmez artık. Çıkardığım kurşunu kaba attım. Biraz dinlenmem gerek yoksa dayanamayacağım. Titrememi durduramıyorum. Her şey netliğini kaybetmek üzere… Hızla sallanan bir salıncağa yerleşmiş sanki bedenim. Sallandıkça başım dönüyor. “Neden” diye haykırdığımı hatırlar gibiyim. O kadar canım acımıştı ki bir hamlede dudaklarımın arasından fırlamış olmalı. O da farkında değildi bence. En azından bu kadarının nedeninin farkında değildi. Ben “Yeter canım çok acıyor!” dedim sanırım. Ama dinlemedi, silah bir kere ateşlenmeye başlamıştı artık. Bir şey söylediğini de hatırlamıyorum, söylediyse de duymamış olmalıyım. Acaba ilk kurşundan sonra pişman oldu mu veyahut kanlar içindeki beni görünce? Sanmam ama belki de ilk kurşundan sonra silahı elinden bırakmak istedi fakat başaramadı, durduramadı ne kendisini ne de tetikteki parmağını.


    11

    Sağ göğsümde bir tane daha var. O kadar içeride ki neredeyse bedenimle bütünleşmiş. Ellerimi kaldıracak mecalim kalmadı. Az kaldı, dayanırsam kurtulacağım hepsinden. Belki bu sondur. Yaraya dokunmamla çığlığı atmam bir oldu. Başım dönüyor, mide bulantım tekrar artıyor. Aynadaki buğuyu elimle silsem de ellerime bulaşmış kan aynaya hakim olmaya başladı. Boşuna mı uğraşıyorum. Gerçekten kurtulacak mıyım hepsinden ya da değer mi? Teslim olmamın vakti geldi de geçiyor. Uğraşlar, çabalar boşuna. Baksana şu halime, eskisi gibi nasıl yürüyebilirim ki? Hepsi geçse de bedenimdeki yaralar geçmeyecek, yaraları her gördüğümde tekrar tekrar silah ateşlenmiş olmayacak mı? Her bir acıyı tekrar yaşamayacak mıyım? Her seferinde en başa dönmeyecek miyim? Yaşanılanı silmeye gücüm yetmez ki. Kelimelerini net hatırlayamasam da bir şeyler dediğini anımsar gibiyim. Kelimeler net değil lakin sesindeki kararlılık kulaklarımda çınlıyor şu an. Korkakça titremesi gülümsememe neden olsa da dehşet sinirini hissettim. Aslında duygularını sakladığını zannediyordu, renk vermediğini. Lakin dudaklarını kontrol edemiyordu, en savunmasız yeri. Dudakları yüzünden kendini açık ediyordu. Gözlerine bakmama izin vermemesinden de acıdığının farkındaydım.

    12

    Saçlarımın arasında, sağ kulağımın üzerine doğru bir sıyrığı daha aynadaki yansımadan görüyorum. Sol kulağıma bantladığım bezi kırmızılar içinde bırakmış. Saçlarım yarayı görmeme engel oluyor. Ama hallederim bunu da. Gözlerimdeki yorgunluk aynaya çarpıyor. Her an vazgeçebilirim. Arkama yaslanıp kendimi bırakabilirim. En kolayı belki de budur. Bir rüyaya karışıp kaybolurum. Rüya gibi değil mi zaten her şey. Silahı görmeden önce gülümsediğini hatırlar gibiyim, öyle hatırlamak istiyor da olabilirim, bilemiyorum. Çok içtendi, sarhoşluğum ondan kaynaklanıyor olmalı. Nasıl hareket edebilirdim ki? Gardımı kaldırdıkça elleriyle adeta indiriyordu. Karanlıkta temkinli bir şekilde adımlarımı atıyordum esasında. Önlemliyimdir her zaman lakin o izin vermedi ki! Gardım düşüverdi önünde, ben de dünden razıymışım belli ki. Kaçmak istesem de karşısında dikiliyordum her defasında. Gerçek sanmıştım, gölgenin arkasına saklandığını düşünemedim. Bakışlarındaki hasret beni yanıltmış olmalı, belki de direkt kaçmalıydım.


    13

    Karnımın tam ortasında… Daha önceden kalan bir yarayı görüyorum üzerindeki kanları silince. Kaybolmaya yüz tutmuş neredeyse. İnceden bir iz var ama geçmiş. Eskisinden daha hassas belki ama geçmiş. Yaranın açıldığı o an gözlerimin önünde ama geçmiş. Duyguları halen hatırlıyorum ama geçmiş. Eski yaram güç verdi bana, demek ki bunlar da geçecek! Kurşun karnımda çok derine ilerlememiş olmalı lakin çok fazla kan aktığından temizledikçe kan daha fazla birikiyor üzerinde. Kemeri tekrar dişlerime geçirip, kurşunu tek hamlede çıkarmaya çalıştım. Dişlerimin oynadığını hissediyorum. Tanıdık bir yüzdü celladım. Tanıdık ve samimi. Yoksa kaçmasam da ona doğru hamlede bulunurdum, bulunmadım. Korurdum kendimi, korumadım. Onunla daha önce karşılaşmış, konuşmuş hatta gülmüş sarılmıştım. Neşemizi, acımızı bile paylaşmış olabiliriz, o kadar tanıdık ve samimi. Doğal olarak da teslim olmuştum ellerine. Ne yapabilirdim ki, gönlüm sonrasında kendime razı olmazdı ama sanki yaralarına razı olabilirdi. Sanki böylesi daha kolaydı. Sanki kabullenmiştim son nefesime.


    14

    Sol bacağımdan akan kanı durdurmak için kemeri sıkabildiğim kadar sıktıktan sonra tüm yarayı parçalanmış tişörtümle silmeye çalıştım. Tüm yaptıklarım etkisini kaybetmek üzere. Kapadığım tüm yaraların üzerinden kan sızıyor. Kendimi odaya attığım halimle tek farkım yaraların üzerindeki bir bez parçası. Alışıyorum hepsine, alıştıkça acısı geçmiyor ama hafifliyor sanki. Etkisini kaybediyor. Saniyeler ilerledikçe durumum daha kötüye giderken, hissettiğim acı azalıyor. Düşüncelerim birbirine girmiş durumda! Hislerimi de kaybetmek üzereyim, acele etmem gerek. Hatırlıyorum şu anda her şeyi. Kendini korumak istiyordu celladım, bu kadar kurşundan da biraz vicdansız olduğunu düşünüyorum. Bu kadarına gerek var mıydı? İlk ateşin sesini duyduğumda onu anlamaya çalıştım, elinden silahı alıp kendime ben doğrultmak istedim hatta! Çünkü ateş eden o olmamalıydı; celladım, ben olmalıydım, o değil. Tüm suçu üzerime almam gerekirdi, sonrasında onun kendinden şüphe etmesini, üzülmesini istemem. Kendime zarar veren ben olsaydım her şey daha kolay olurdu. En azından neden diye düşünmezdim, başka dudaklarda şifa aramazdım. Kabul ederdim sadece.


    15

    Göğsümün solunda, kalbimin çevresi olmalı. Çıkarabilir miyim bilmiyorum. Gücüm kaldı mı bilmiyorum. Kurtulmak istiyor muyum bilmiyorum. Gözlerimden akan yaş kanımla birleşti. Dudaklarımdan kan ve gözyaşı tadını alıyorum. Nefes alışverişim yavaşladı. Ellerimi kıpırdatmaya halim kalmadı. Mermiyi çıkarsam da yarayı kapatacak cesaretimse zaten yok. Ama bir kez daha olsa, bir kez daha dikilirim karşısına. Korkusundan o kadar hızlı bastı ki tetiğe verdiği tahribattan haberi bile yoktur. Bu kadar kurşunun farkında mı bilemiyorum. Bir daha eskisi gibi adımlarımı atabilecek miyim bilmiyorum. Üşümeye başladım. Üzerimi kalınca bir örtüyle kapayıp kaybolmak istiyorum. Üzerime geçirdiğim her şeye kan bulanıyor. Kurtulamıyorum. Kapadığım yaralardan kan sızıyor hala. Baş dönmesi vücudumu neredeyse ele geçirdi. Algılarım kapanmak üzere. Bedenimi daha fazla taşıyamıyorum. Silahı elinden düşürdüğü an gözlerimin önünde. Hiç arkasına bakmadı. Döndü arkasını ve yürümeye başladı, hiçbir şey olmamış gibi. Devam etti yoluna, arkasında bıraktığı yıkımı umursamadı bile. Üzerine suçu bile almadı, suç aletini bıraktı olay yerinde. Kaçtı, gitti veya devam etti, fark etmez artık. Dizlerimin üzerinde kalakaldım. Sesimi çıkaracak gücüm yoktu, haykıramadım bile. Uzaklaşmasını izledim. Ne yaptığının farkında olmasını istedim. Son kez de olsa arkasına bakmasını istedim, çok istedim. Pişmanlık aradım, gerekçe aradım, umut aradım. Bakakaldım sadece, kalkıp dönmekten başka çarem yoktu. Ardına adımlarımı atamazdım artık. Yetişemezdim zaten, izin de vermezdi. Neden ki, ben ne yapmıştım? Bari bir neden olsaydı ellerimde.


    16

    Göğsümün tam ortasında, hissetmiyorum artık hiçbir şey, yüzümde inceden bir gülümseme var göz kapaklarımsa çok ağırlaştı.


    • Düşünce
    • •
    • Deneme
    • •
    • Duygu
    170 görüntüleme0 yorum
    1
    2345
    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    • Beyaz Google+ Simge

    donattan.com