Bu site
.com
site kurucusuyla tasarlanmıştır. Kendi sitenizi bugün kurun.
Hemen Başla
  • BLOG

  • HAKKIMDA

  • İLETİŞİM

  • More

    Use tab to navigate through the menu items.
    thumbnail_Adsız-Resim.png

    Donat'tan

    İçimden geçenler, kendime yazılar

    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    Başlamadan önce buraya göz atabilirsiniz
    • Donat
      • 18 Nis 2019
      • 3 dakikada okunur

    Gül


    Temiz hava almak, biraz kafa dağıtmak ve kalabalıktan uzaklaşmak için yürüyüşe çıkmıştım. Dilime dolanan şarkıyı sessizce mırıldanarak, çevremdeki ağaçların ürpertici dalları üzerinde henüz açmış çiçekleri izleyerek, nereden geldiğini anlayamadığım böceklerin ve kuşların melodilerini dinleyerek, hafiften çamurlu çimen yolda sakince adımlarımı sürüklerken yabani otların arasında kendini siper etmiş lakin göz kamaştırıcı parıltısından dolayı kendini

    saklayamamış eşsiz çiçeği gördüm.


    Orada kalmayı hak etmediğini düşündüm. Onu oradan zarar vermeden alıp, odamın en güzel yerine koyup, odamı güzelleştirebilirdim. Çevresindeki dikenlere aldırmadan ellerimi dikenlerin arasında daldırdım. Hiç kolay olmadı, sivri dikenler ellerime ve kollarıma dokunsalar da aldırış etmedim.


    Aman Tanrım! Otların arasında yüz yüze geldiğimiz ilk anda olağanüstü kokusu yüzüme çarptı, o an kendimden geçtim. Derince ve uzunca tüm kokusu içime çektim. Vücudumda kokunun gezinmesini hissettim. “Amansız, acımasız kokuyorsun…”* Aklımdaki tüm düşünceler beni terk etti, tek isteğim kokunun içinde boğulmaktı.


    İnsanın içine mutluluk saçan, nefesimi kesen capcanlı rengi gözlerimi benden aldı. Daha önce kırmızının bu tonunun olduğundan bir habermişim! Renk gözüme çarptıkça sarhoş oluyordum. Dallarındaki sık ve sipsivri dikenleri dikkatimi çekti. Ellerimle dalını tutmaya çalışsam usulca derimden içeriye işlerlerdi. Kendini korumak için bu kadar önlemliydi ama ona zarar vermeyi kim isterdi ki?


    Onu oradan kökünden söküp güzelce bir saksıya koyup her daim yanımda olmasını istedim fakat zarar vermekten dolayı çok korktum. Otların arasında öylece ikilemin arasında kalakaldım. Sen de gelmek ister misin? Bir süre sonra onu orada bırakıp gidemeyeceğimi anlayınca toprağa hafifçe eşeleyerek kökünden söktüm. Başına bir şey gelmesinden endişe duyduğum için koşarak evin yolunu tuttum.



    Eve girer girmez saksıya dikkatlice diktim. Toprağını da söktüğüm yerden getirdim, ne olur ne olmaz. Güzelce sulayıp karşıma aldım. Onu nereye koyacağımı bilmiyordum. Hem rahat edeceği, asla solmayacağı, yeteri kadar güneş alabileceği hem de her baktığımda görebileceğim, uyurken son gördüğüm, gözlerimi açtığımda ilk karşıma çıkan şey olmalıydı.


    Kökleri henüz sağlam değildi, saçaklanmamışlardı fakat burada sonsuza kadar büyüyebilirlerdi. Gövdesinde dikenler ilkin göze çarpsa da köklerinden yapraklarına ulaşan uzunca ve bir o kadar da nihal bir gövdeye sahipti. Her hattının itina ile yaratılmış olduğu barizdi. Duruşu kendinden bir o kadar emin aynı zamanda kendini belli ediyordu.


    Dikenleri yapraklarına izin vermiş ki gövdesi boyunca yemyeşil renklere sahip yaprakları vardı. Dalları kibarca, belirgin inceden damarlara sahip yapraklarını taşıyordu. Yaprakları özenle dokunulmuş gibi yumuşacık, dokununca sıcacık ama bir o kadar da narindi. Yaprakların üzerinde nokta gibi, onu güzelleştiren lekelere sahipti. Adeta usta bir ressamın tablosu gibiydi.


    Gövdesinin bitip çiçeğin başladığı tablası muntazam ve taptazeydi. Yeşilden kırmızıya geçen kısa çanak yapraklara sahipti, yeşili bir ayrı parıldıyordu. Sanki hafif rüzgarda asil bir atın yelesi gibi süzülmeye hazırdı.


    Saatlerce karşısında oturup onu izleyebilirdim. Her noktasını belleğime işlemem gerekiyordu. Ondan bu kadar etkilenmemin nedeni sadece saf güzelliği değil, onun bende uyandırdığı kontrol edemediğim duygulardı. Önemli olan bana hissettirdikleriydi. Mutluluğu bana kazandırıyor, umudumu filizlendiriyor ve avare gülümsememi yüzümden eksik etmiyordu.


    Dipdiri, kıpkırmızı taç yapraklara sahipti. Yaprakları dolgun, genişçe ve pürüzsüzdü. Burada da küçücük, onu eşsizleştiren benekleri vardı. Parmaklarım narince dokunuyordu, naif, özenle oluşmuş dokusu büyüleyiciydi. Yukarıdan bakıldığında yapraklarının uçlarının oluşturduğu ince çizgiler, iç içe geçmiş, insanı sarsan görüntüye sahipti. Nazenin çizgilerinden gözlerini kaçırmak neredeyse imkansızdı.


    En ortasında tohumu sakladığı taç yaprakların birleştiği yer kalınca ve kırmızının adeta kan rengine döndüğü kısmıydı. Hemen üzerinde sanki tomurcuğunun nefes almasını sağlar gibi açılmış ufacık bir yaprağı vardı. İnci gibi özenle dizilmiş yaprakları adeta raks ediyordu. Gözlerimi alamıyordum, mitolojilerde tanrıların el ele verip yarattığı söylenirdi.


    Günler geçtikçe solduğunu fark ettiğim ilk an düşüncesizce elime aldım, dikeni elime batınca elimden ivedilikle kayıp yere düştü. Elimin kanaması umurumda olmadı, hemencecik toparlamak istedim. Düşünce maalesef dalını kırdığımı, saksının da paramparça olduğunu fark ettim.


    Hiçbir zaman burada durmak zorunda değildi. Onu verimli toprağından el koyarak buraya getirmiştim. Bencilce davranmış, saksıda yaşayabileceğini düşünmüştüm. Gonca halinden bu yana büyüdüğü yerde büyümesi gerekiyordu belki de. Ama onu oradan sökerken dikenleri elimi acıtmamıştı, bundan cesaret almıştım. Solmaya ne zaman başladığı bile gözümden kaçmış. İlk söktüğüm zaman mı, yolda gelirken mi, odada onu izlerken mi bilmiyorum. Her şey muhteşem olsun istemiştim aslında, belki de saksıyı doğru seçemedim.


    Bulduğum yere geri bırakmak zorunda olduğumu hissettim. Bunu zerre kadar bile istemesem de mecburdum. Derince, her noktasını ezberlemek amacıyla baktım. Hafızama her ayrıntısını kazımam gerekiyordu. Resmini çizmeyi çok istesem de bunu beceremezdim.


    Aldığım yere geri getirdim, tüm benliğim ne kadar reddetse de oraya narince geri diktim. Elbet bir gün her şey eskisi gibi olacaktı lakin kokusunu unutmaktan korktum, görüntüsünün silinmesinden korktum. Eğilip bir daha nefes alamayacakmış gibi fevkalade kokusunu içime çektim, yegane hayalini zihnime nakşettim, kıpkırmızı taç yaprağına bir buse kondurdum.


    Arkamı dönüp birkaç adım attım. “Baharı neyleyim? O gül yanaklı, gonca ağızlı güzelin gülüp açılması, bin bahar mevsimine değmez mi?"** Harikulade gülü son bir kez görmek için kafamı çevirip baktım, uzunca baktım, bir daha göremeyecekmiş gibi...


    Senin resmini çizemem ama kelimelerle resmetmeyi denerim.




    *Edip Cansever, Gül Kokuyorsun

    **Naili’nin Gazelleri’nden

    • Portre
    • •
    • Deneme
    • •
    • Düşünce
    118 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 11 Nis 2019
      • 6 dakikada okunur

    Veda Mektubu

    Güncelleme tarihi: 8 Kas 2019


    Kıymetli Paşam,


    Bana bıraktığın son mektubu dün sabah kitaplığımda gördüm. Kitapların arasında saklı kalmış fark edememişim. Bana böyle güzel bir mektup bıraktığın için teşekkür ederim ayrıca bu kadar geç okuduğum için de özür dilerim. Kısa ve öz olarak bana ne anlatmak istediğini özümsedim lakin umuyorum ki düşüncen değişmemiştir çünkü seni son gördüğümden bu yana düşüncelerinin değiştiğini farz etmekteyim.


    Paşam, geçtiğimiz günlerde mecbur kaldığımdan dolayı hastanenin yolunu tuttum. Zira öksürmekten geceleri uykum bölünmeye başlamıştı. Tabii bunun sebebi bırakamadığım sigaradanmış. Hüzünlenerek söylüyorum ki ciğerlerimin sayılı nefes alma yetisi kalmış, artık bu illeti bıraksam da maalesef geç kalmışım. Doktor bırakmamı söyledi, umudu kesmemem gerekirmiş. Ama ben umudumu kaybettim, sanırım bırakamayacağım. Bu mektubu da sana veda etmek için yazıyorum, ne kadar sürem var bilmiyorum, vazgeçtim. Sana her şey için çok teşekkür ederim. Eğer sen bunu okurken ben gitmiş isem, beni hep mutlu halimle hatırla.


    Hastalığımı öğrendiğim zaman dünyam karardı. Hastane bahçesinin kapısına koştum, bulduğum ilk boşluğa oturdum. Hastaneleri pek sevmem bilirsin, koridorlarda her daim umutsuzluk dolaşır. Bir sigara yaktım ve derince içime çektim. İnsanlara baktım, herkesin birbirinden farklı dertleri vardı, dumanı inceden dışarıya üflerken sanki insanlar bana üzüntüyle bakıyordu. Hala sigara içiyorum diye beni yargıladıklarını düşündüm. Oysa herkes kendi derdinin peşinden koşuyordu.



    İlkin bu meretten hemen kurtulmak istedim, tüm paketi ellerimin içinde paramparça edip çöpe fırlattım. Kesin karar verdiğimi sandım o an, fakat aradan henüz bir saat geçmeden aklım bana bir sigara için türlü oyunlar oynadı. Koşup çöpten almak istedim ama hepsini kırdığımı hatırladım, mecbur bakkalın yolunu tuttum tekrardan. Susuz çöllerden çıkmış gibi hemen paketi açıp bir tane yaktım. Maalesef ben sigara içmekten vazgeçemiyormuşum!


    Paşam, fark ettim ki sana her ne kadar acı verse de alışkınlığından vazgeçemiyorsun. İçmeye devam edersem tükeneceğim, bıraksam da kurtulacağım garanti değil. Biliyorum bana zarar veriyor ama içmeden de yaşayamıyorum. Sanki yüksekten korkan biri uçurumun kenarında çaresiz kalmış da öylece seyrediyorum. Tutsana ellerinle sımsıkı, onu oradan çek kurtar. Ben ise onun ellerini çaresizce tutunduğu yerden itiyorum!


    Sen sigarayı bırakmıştın değil mi? Aman diyeyim değerli paşam, son hatırladığıma göre içmemek konusunda epey kararlıydın. Her ne kadar en çok seninle muhabbet ederken sigara içmeyi sevsem de geç olmadan bu meretten kurtulmanı tavsiye ederim. Hatırladım da seninleyken üst üste yakmamın sebebi sohbete dalıp da içtiğimi fark edemememdi. Keşke bir fırsatımız olsaydı, güneş doğana değin gevezelik etseydik. Seninle muhabbet edip, gülmeyi ne kadar da özlemişim.


    Artık geceleri uyuyamıyorum, öksürük beni rahat bırakmıyor. En son çaresizlikten bedenim pes ediyor dalıyorum da uykumda öksürmeye devam ediyorum. Sigara içmek istemiyorum artık ama yapamıyorum. En kötüsü de uyanması! Uyandığım zaman tüm bedenim halsiz oluyor, sanki hiç uyumamışım gibi. Ağzımda kötü bir tat, susuzluktan kurumuş olarak gözlerimi açıyorum. Gözlerim kanlanmış oluyor, her ne kadar öksürsem de başucuma elimi uzatıp bir sigara yakıyorum. Şimdi bana kızıyorsun neden bunu kendime yapıyorum diye, hissedebiliyorum. Ne yapayım o rüyalardan sen de uyansan yakarsın bir tane!


    Azizim, bak ben laftan anlamam bu satırları yazarken yine paketten yavaşça bir dal çekiyorum. Aklım tüm ısrarla bırakmamı emrediyor, elim bir an duraksıyor ama yapamıyorum. Yavaşça dudağıma götürüp, çakmağı çakıyorum. Derin bir nefes alıyorum, dumanı odada özgür bırakıyorum. Yayılışını izliyorum, önce hızlıca ileriye fırlatıyor kendini sonrasında gözden sakince kaybolup kokusunu etrafa yayıyor. Sigaradan çıkan dumansa titreyerek bir oraya bir buraya yükseliyor.


    Ah o kül tablası, hiç canı yanmıyor mu, attığım o küller, söndürürken bastığım o ateş, hepsine mecburen katlanıyor. Bir dili olsa bana bayağı söver sanırım. En başında ona sorsalar kül tablası olmak istemezdi, o da güzel bir tabak, bardak olmak isterdi. Ama kendisi seçemiyor işte!


    Ah az kalsın unutuyordum! Geçtiğimiz gün seninle oturduğumuz merdivende oturmuş sigaramı içiyordum. Yaşlıca bir amca geldi yanıma, gençsin içme şu zıkkımı dedi. Sonra oturdu yanıma, anlatmaya başladı. Zamanında o da çok içermiş, sonradan benim yakalandığım hastalığa yakalanmış. Halil abi, tanısan eminim sen de çok seversin, muhabbeti gerçekten çok hoştu. Hastalığını öğrendikten sonra geçirdiği süreçten bahsetti. Tabii ben üzülmesin diye ona kendimden söz etmedim. Çok zorlanmış, ama direnmiş.


    Gömleğinin cebinde bir paket sigara vardı, e abi sen de içiyorsun hala dedim. Dediğine göre onu orada nefsi için tutuyormuş, açtı paketi gösterdi bir dal bile içmemiş. Her aklına düştüğünde elini pakete atarmış, sonra da derin bir öksürüp bunu tekrar yaşamak istemiyorum der vazgeçermiş. Çok zorlandığını söyledi, hayattan bir süre zevk alamamış. Arada kaçamak yapıp içermiş, ama bir sabah uyandığında nefessiz kalmış, öleceğini zannetmiş. O günden sonra da ağzına sürmemiş bir daha.


    Sigarayı ben içmeye devam ediyordum, abi ben bıraksam bırakırım da içmeyi seviyorum dedim. O da en son bana dedi ki, ne halin varsa gör işte o lafı etme! Sonra kalktı gitti, ah be Halil abi, her ne kadar içmesen de ben senin konuşurken gelen hırıltından anladım ki hastalıktan kurtulamamışsın, sen de hala içmeyi çok istiyorsun, aslında hiç atlatamamışsın. Halil abiden sonra ben de umudumu usulca orada bırakıp oradan gittim.


    Bir süredir sigara alamıyorum. Her gün gidiyorum bakkalın önüne, öylece kapıda kalakalıyorum. İçeri girmeye cesaret bulamıyorum. Belki de dakikalarca çaresizce bekliyorum. Bir o yana bir bu yana adımlar atıyorum fakat o kapıdan içeriye giremiyorum. Çok korkuyorum zira ne olacağını bilmiyorum. Son alacağım paket olmasından endişe duyuyorum. Çevremde insanlar garipserce bana göz atıyorlar. O kadar beklemenin sonunda da geri dönüp arkadaşımdan almasını istiyorum. Bu da benim için bir teselli oluyor işte.


    Kıymetli paşam, bu mektubu en içten hislerimle yazıyorum. Bana ne dersen de bundan şüphe etmeye hakkın yok, bunu belirteyim. Bak mektubun arasına bana verdiğin sarı çiçeği iliştiriyorum. Attığımı mı zannediyorsun ha! En sevdiğim kitabın arasına kuruması için yerleştirmiş idim. Kurumuş şimdi, kokusu kalmamış belki de ama hala muhteşem görünüyor. Ayrıca, ciğerlerim her ne kadar beni şu an terk etmeye hazırlansalar da, biliyorum ki beni bunca süre de yaşattılar. Onları beni öldürüyorlar diye asla suçlayamam, benim de buna hakkım yok.


    Sigarayı bırakmayı denedim, hatta çok istedim. Ama hayattan zevk alamıyorum! Ne yediğim yemekten ne de içtiğim içeceklerden. Eğer sigara içmezsem bana hiçbir anlamı olmayacak gibi geliyor. En son ne zaman keyifle yemek yediğimi anımsamıyorum. Film izlemeyi, dizi seyretmeyi bıraktım. Benim için sigarasız anlamı yok bunların. Kitap okumakta zorlandım, beni düşüncelere daldıracak bir nefes almadıktan sonra ne manası var!


    Uzunca bir yürüyüşten sonra dinleneceğim ağacın gölgesinde derin soluk almaya hasret kaldım. Göğsümde derin bir acı var, sanırım hiçbir zaman kurtulamayacağım. Sanki biri bıçağı yavaşça saplıyor da içerisinde çeviriyor gibi. Bıçağın soğukluğunu hissediyorum, derin bir soluk almaya çalışıyorum, rahatlayacağını düşünerek, lakin nefesim yarıda kesiliyor, bıçak da orada öylece kalıyor.


    Rahatça nefes alıp vermeyi özledim. Sigara içmekten çok yoruldum azizim, artık nefes alamıyorum. Derin huzurlu bir uykuya muhtacım, öksürmekten boğazlarım aşındı. Tek dileğim huzurlu bir uyku ve kabusların olmadığı mutlu rüyalar. Hissediyorum ellerim sararmış, vücudum solmuş, ruhum çekilmiş. Ne yanımdakiler zevk alıyor benden ne de ben hayattan zevk alıyorum!


    Hatırlar mısın kıymetli paşam ilk karşılaşmamızı? İkimizin de farklı dertleri vardı, fakat ikimiz de hemen hallettik. Güneş o günlerde daha bir güzeldi. Ben ne ile karşılaştığımı fark etmemişim. Aklım pek yerinde değildi de kendime geldim! O günkü gibi tekrardan o kapıdan içeri girebilseydik keşke, belki ayrı ayrı ama aynı yerde buluşacağımız! Kapının önünde dalların arasından gökkuşağının renklerini gördüm ben nasıl vazgeçeceğim? Bu meret tüketti beni, kapıyı kapatmam, kurtulmam, rahat bir nefes almam lazım.


    Biliyorum çok az bir zamanım var, daha gerçekleştiremediğim düşlerim var. Biliyor musun en çok beni ne üzüyor? Yapmadıklarım, yapamadıklarım azizim. Ne güzel planlarım vardı, hepsi dipsiz bir kuyuya düştüler. Dinleyemediğimiz çok şarkı var. “Farkında mısın? Ne çok şeyi yapamamışız…”* şiirinin dizelerinde boğuluyorum. Artık ne gücüm ne umudum ne cesaretim ne de fırsatım var!


    Bedenim benimle alay ediyor, iki adım atsam bolca dinlenmem gerekiyor. Korkuyorum paşam, hem de çok korkuyorum. Hayatımın bundan sonrasından, ya çok daha berbat olursa? Ya bir gün vücudum pes ederse, artık tek başıma yürüyemezsem. Nefes alamamaktan korkuyorum, bu kalan hayatı yaşayamamaktan. Dayanamayıp kendime zarar vermekten korkuyorum. Sonrasından korkuyorum, ne olacak bilmiyorum. Acı mı çekeceğim yoksa ebedi mi rahatlayacağım? En çok da unutulmaktan korkuyorum paşam, ismimin hatırlanmamasından, yok olup gitmekten…


    Umut etmek istiyorum, bir ihtimal de olsa kurtulabilirim bu hastalıktan. Lakin buna tutunmaya hiç gücüm yok paşam. Bundan sonra ihtimallere tutunamam. Sigara zehrini salmış bir kere, bıraksam ne olacak bırakmasam ne olacak. Kan kustum bir kere, gözlerimle gördüm bunu, ben kendimi cezalandırdım, sen de beni kendinle cezalandırdın azizim. Bak yine yaktım bir tane! Ellerimin titriyor, dudaklarım kurumuş, bense öksürerek dumanı üflüyorum. Hiçbir tat alamıyorum, sadece düşüncelerde boğuluyorum.



    Pek değerli paşam, “Bir yangın başlattım ben; bıktığımdan artık…”** diye başlayan dizelerde dediği gibi ölümsüzlük bu mudur? Ben artık vazgeçtim paşam, pes ediyorum. Satırların başlarında da dediğim gibi, veda ediyorum, sana, hayata ve umuda. Ben sigara içmeyi çok sevdim azizim, her ne kadar sonunda ne olacağımı bilsem de teslim olmuştum. Söz veriyorum bırakmayı tekrardan deneyeceğim fakat buna hiçbir inancım olmadığını da bilesin. Dediğim gibi, pes ediyorum, çok yoruldum. Korkularım, endişelerimle baş başa kalacağım, huzurlu uyumayı deneyeceğim. Ve biliyorum ki zamanım tükenecek, bir gün gözlerimi tekrardan güneşe doğru açamayacağım. Anladım ki sigara mı yakıp, yağan yağmurun ardından eşsiz gökkuşağını tekrardan izleyemeyeceğim.


    Yine beni öksürük krizi tuttu, mektuba kısa bir aradan sonra devam ediyorum, koşarak kendimi tuvalete attım. Gözlerim kızardı ve yaşardı. Aynada uzunca yanılsamama baktım. Bu ben değilim paşam, tükenmişim, bezmişim. Gülümsemeyi unutmuşum, ben etrafıma sevinç saçardım, yetmez mi bu işkence!


    Son sigaramı söndürürken, kelimelerin içinde kaybolduğum bu mektubu da artık sonlandırmam gerektiğinin farkına varıyorum. Veda etmek zor oluyormuş paşam, en sonunda “elveda” demek zorunda olduğunu bildiğinden dolayı her şeyi yazmak istiyorsun, içinde hiçbir şey kalsın istemiyorsun!


    Küllüğe izmariti sertçe bastım. Derin bir öksürük krizinden sonra son sözcüklerimi yazıyorum. İnceden kan tükürdüm yapraklara, soluklanmada zorlanıyorum, öksürük yakamı bırakmıyor. Gözlerimin kızardığını hissediyorum. Göğsüme acı oturdu, elimi bastırıyorum üstüne, belki geçer diye umut ederek. Kendime söz veriyorum, artık sigarayı bırakıyorum. Nefes alamıyorum!


    Kıymetli Paşam, bana yaşattığın tüm hatıralar için sana ne kadar teşekkür etsem az ve yetersiz olsa da binlerce kez teşekkür ederim. “Şu bozuk saat çalışsa...”*** Lakin sanırım benim için saatin çalışma vakti gelmiş. Kalemi elimden hiç bırakmadan günlerce bu mektubu yazmak istesem de sonunda noktayı koymak zorunda olduğumu kendime hatırlatıyorum. Kendine çok iyi bak ve daha önce de dediğim gibi beni her daim gülerken hatırla.


    Mutluluklar seninle olsun değerli paşam, elveda.




    * Ümit Ünal, Bir Veda Mektubu

    ** Sylvia Plath, Burning the Letters

    *** Turgut Uyar, Herkes Seni Sen Zanneder

    • Düşünce
    • •
    • Mektup
    • •
    • Duygu
    116 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 2 Nis 2019
      • 3 dakikada okunur

    Fidan

    Güncelleme tarihi: 23 Eki 2019

    Bahçenin kapısına doğru yürürken gözüme bir fidan ilişti. Daha önce dikkatimi çekmemişti. Yanına gittim, henüz daha küçük olmasına rağmen toprağa sağlamca tutunmuş. Lakin gövdesinde derinden bir çatlak olduğunu gördüm, sanki saklamaya çalışır gibi bir hali var. Çevresinde başka hiçbir bitki yok, sanırım kendini korumak için bir alan tasarlamış. Sen de nereden çıktın?


    Seni buraya ben dikmedim, eminim. Bunu pek beceremiyorum. Uzun süredir bahçeyle de ilgilenmiyorum, her yer yaban otlarıyla dikenlerle dolmuş. Bahçeye genişçe bir göz gezdirdim. Madem burada filizlendin ve büyüyeceksin bahçeyi bir düzenlemem gerekiyor. Çatlak için endişelenmene gerek yok hemen hallederiz. Burayı temizleyebilir miyim bilemiyorum, bahçe epey kötü hale gelmiş. Fakat deneyebiliriz, sen de bana yardım eder misin?


    Bahçe önceden böyle değildi, şimdiki hali seni yanıltmasın. Çevresindeki yıkılmaya yüz tutmuş çitler eskiden sapasağlamdı. Bahçeme zarar verecekler diye içeriye kimseleri almazdım. Çeşit çeşit ağaçlarım vardı, bahçenin her yanına dağılmışlardı. Güneşten usananlar gölgelerinde soluklanırlardı, bir meyveleri vardı daha önce böyle bir şey tatmamışsındır! Bahçenin bir tarafında sebzeler yetiştirirdim, hepsi birbirinden canlıydı. Şu an yerinde yeller esen bahçenin merkezinde çiçeklerim vardı. Renkleri göz kamaştırırdı, onlara ulaşmak için kaçaktan içeriye girmeye çalışırlardı. Burayı tekrardan eski haline getirebilir miyiz?


    Depodan el aletlerini kaptığım gibi giriştim. Düzelmesi biraz zaman alabilir, ilk iş yabani otları toplamak olsun. Ellerime sürekli dikenler batıyor, kollarım kesildi, ayaklarıma dolanıyorlar. Oldu mu şimdi, kan ter içinde kaldım. Otları bir temizleyeyim hemen çitlere girişeceğim. İçeriye benden habersiz kimseler girmesin. Lakin önce gölgende bir soluklanayım. Seni unuttuğumu mu zannediyorsun?


    Fidanın yanına geldim, güneş batmak üzere, gölgesi tüm bahçeyi kaplıyor. Önce bir gülümseme aldı beni, bu nasıl mümkün olabilir. Fidanın gölgesine yattım, yaprakları arasından hafiften güneş süzülüyor. Kolumu kafamın arkasına alıp ayaklarımı uzattım. Derinden bir nefes aldım, o kadar huzurlu ve mutluyum ki göz kapaklarım ağırlaştı, her an uykuya teslim olabilirim. Başımı fidana doğru çevirdim, yaprakların hışırtısı bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibi. Bir dalı hafiften toprağa doğru eğilmiş sanki bana selam veriyor. Yaprakları rüzgar ile birlikte süzülüyor, gözlerim kamaştı. Yaprakların sararmaya mı başlamış?



    Hey, sanırım büyümekten vazgeçiyorsun. Buna maalesef izin veremem, merak etme büyümeye devam edeceksin, bak bahar da geliyor, çiçekler açacaksın, meyvelerini vereceksin. Bu bahçenin en büyük ağacı olacaksın, köklerin tüm toprağa hakim olacak. Daha yolun başındayız, bahçenin işleri var. Birden tüm bahçeyi eski haline getirmemi bekleme benden. Fakat anlaşmamız gerekiyor, pes etmek yok tamam mı?


     

    Günlerdir elimden gelen her şeyi yapıyorum. Bak seni hiç susuz bırakmadım, toprağına gübreleri ektim. Dallarını onarmaya çalışıyorum, eğilme diye yanına uzunca bir odun diktim. Tüm işimi gücümü bıraktım seninle ilgileniyorum! Temizlemeye başladığım bahçeye tekrardan yaban otları akın etmeye başladı. Neden vazgeçiyorsun?


    Seni iyileştirmem için bana izin vermiyorsun. Gün geçtikçe iyice çökmeye başladın. Dalların kırılmış, yaprakların epey dökülmüş. Elimden hiçbir şey gelmiyor, çok çaresizim. Senin de çevrende otlar çıkmış, böcekler, mantarlarlar gövdende bitmeye başlamış, hepsini ellerimle yoldum, attım. Sana ben mi zarar veriyorum, zannımca sen kendi halinde burada büyüyecektin, bana ihtiyaç yoktu. Yoksa sana sebep mi verdim, zaten solacak mıydın?


    Bana bir ümit vermiştin, şimdi geri alıyorsun. Bahçe eski haline dönemeyecek değil mi? Burada bitip gideceksin. Ben de zaten bahçeyi temizleyemeyecektim. Baksana hemen her tarafını dikenler sarmış. Bahçeyle o kadar ilgilenmemişim ki ne yapacağımı bile bilmiyordum. Ahmaklık ettim, toparlarım sandım. Haklıyım değil mi?


    Şimdi ben gidiyorum, artık bahçeye de uğramam. Her şeye senin için başlamıştım. Tekrardan kapının yolunu tutuyorum. Senin solduğunu gördükçe umudum benden çekiliyor. Fakat sakın unutma ben nahoş bir insan değilim, elimden geleni yapmaya çalıştım. Umarım ben gittikten sonra tekrardan yeşermeye başlar, büyümeyi sürdürsün. Yaprakların rüzgarla dans eder, meyvelerini tüm bahçeye dağıtıp burayı ihtişamlı bir hale getirsin. Ama biliyor musun, senin büyüyüp meyvelerini vereceğini düşünmek, bahçenin tekrardan eski haline geleceğini hayal etmek bile güzeldi. Ben göremesem de umudunu kaybetme olur mu?


    Ben beceremedim ama sen vazgeçme.

    • Düşünce
    • •
    • Deneme
    • •
    • Duygu
    85 görüntüleme0 yorum
    56
    7
    89
    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    • Beyaz Google+ Simge

    donattan.com