Bu site
.com
site kurucusuyla tasarlanmıştır. Kendi sitenizi bugün kurun.
Hemen Başla
  • BLOG

  • HAKKIMDA

  • İLETİŞİM

  • More

    Use tab to navigate through the menu items.
    thumbnail_Adsız-Resim.png

    Donat'tan

    İçimden geçenler, kendime yazılar

    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    Başlamadan önce buraya göz atabilirsiniz
    • Donat
      • 18 Nis 2021
      • 4 dakikada okunur

    Anlatamadım

    Gözlerimi açtığım an, karanlığın içinde yapayalnız olduğumu fark ettim. Rüyadan gerçekliğe geçtiğim kısacık saniyelerde, gördüğüm hatıranın gerçek olma ihtimalini düşündüm. Epey süre geçmesine rağmen ilk günkü korku ve endişe hala içimde geziniyor. Gerçek olmasını kalbimdeki tüm dileklerden daha fazla istediğimi belirtmek isterim. Sahi o günden beri kaç gün geçti? İlk günkü gibi zorlanıyorum. Hatırladığım gibi içerimde bastıramadığım heyecan tüm bedenimi kaplıyor. Rüya olduğunu kabul etmekte artık çok zorlanmıyorum, sadece kısa bir süre. Kendimi toparladığım gibi acı bir gülümseme suratıma oturuyor sonrasında uyku tutmadığından sıcacık yatağıma veda ediyorum.


    Karşına geçtiğim gibi neler neler anlatasım var biliyor musun? Gerekli olsun veya olmasın yaşadığım günün tüm ayrıntılarını anlatmak istiyorum. Anlatırken heyecanlanmak kah üzülmek kah sinirlenmek istiyorum. Yaşamak istiyorum anlatırken, seni de anımın içine adeta yerleştirmek istiyorum. Biliyorum zaten çok fazla takmazsın. Belki bana bir gülümsemeyle eşlik edersin. Hatta kaşlarımı çattığımda, bunları kafama bu kadar takmamam gerektiğini söylersin. Kendi cümlelerimde anlamlandıramadığım noktalara odaklanır beni aydınlatırsın; en azından ben böyle düşünüyorum, yapmasan da ben böyle hayal etmek istiyorum.


    Yeni işimi, yeni dostlarımı, yeni aşklarımı anlatmak istiyorum. Kimi zaman sevinir, kimi zaman eleştirirdin. Herhalde dostlarımı iyi seçmemi, aşklarımın da beni üzmemesini isterdin. Sabahlara kadar konuşup dururduk, en ince ayrıntılarına kadar… Yeni hayatımı, düzenimi anlatmak istiyorum. Farkındayım, pek de bir düzenimin olmadığını; artık toparlanmam gerektiğini söyleyip durursun. Merak etme alışmaya çalışıyorum yakında sen de onay vereceksin. Yeni muhitimi, yeni evimi, yeni odamı anlatmak istiyorum. Emlakçının bize rutubetli berbat bir evi çocukmuşuz gibi nasıl iteklemeye çalıştığını görmen gerekiyordu. Kapı açıldığı gibi kokudan farkına varırdın. Odama basit bir eşya almak için saatlerce neredeyse aynı ürünler arasında ikilemde kaldığımı bilirsin. Ne heveslerle aldığım ürünler, kutudan çıktığı gibi kenarda bekliyor. Bir yandan çok hevesliyim, hemencecik yerleştirmek istiyorum; bir yandan da keyifsizim, kalsın orada olduğu gibi zaten bir işe yaramayacak. Herhalde sen hemencecik en güzel yerlere eşyaları yerleştirirdin. Bilemiyorum bana öyle de geliyor olabilir. Sen de başta benim gibi heveslenip sonrasında da vazgeçebilirsin. Tam karar veremiyorum.


    Biraz değiştim ben, biliyor musun? O kadar zaman geçti ki ben bile çoğu zaman farkında değilim. Hatırlarsın herkesi kafama takıp büyütüp dururdum. Şimdi çoğu kişiye ve olaya aldırmıyorum bile. O geriye kalan az kişi, çok daha fazla kırabiliyor ama beni. Bazı konulardaki haksızlığımın farkına daha çabuk varabiliyorum. Kahveyi şekersiz içiyorum mesela, eskiden ne de acı geliyordu! Merak etme, beni ben yapan özelliklerim olduğu gibi duruyor. Hala bazı konularda çok düşünüyorum ve hala çok özlüyorum. Tekrar tekrar hatıraları yaşayıp tüm suçları yine kendimde toparlayıveriyorum. Acı gülümsemen altındaki endişeyi gözümde canlandırabiliyorum. Hala benim için endişelendiğini hayal etmek istiyorum, zorlanıyorum. O zamanlar bile kelimelerde beni düşündüğünü belirtmekte güçlük çekiyordun. Ya da ben böyle anlamak istiyorum.


    Ah yazdıkça yazasım geliyor! Sana her sabah kapının kenarında bekleyip beni korkutan kediyi şikayet etmek istiyorum. Hep aynı yerde hep aynı şekilde tıslayıp duruyor bana, ben de hep aynı şekilde korkuyorum. Yavrusu falan mı var anlamadım, sanırım o da benimle eğleniyor. Senin müziklerinin üzerinden epey zaman geçti lakin arada hala dönüp dinliyorum. Sevdiğim müziklerin bizi bir süre işgal ettiğini bilirsin, sen gideli kaç parça geçti biliyor musun? Sevmesen de seni o parçalara maruz bırakmak istiyorum. Müziği beğenmesen de başka bir yerde duyar duymaz aklına benim geldiğimi, gülümsediğini düşünüyorum; öyle değil mi?


    Çok fazla kilo aldım, sonunda! Şimdi başıma dert olacak gibi ama bakalım. Nasıl durduğunu sormayı çok isterdim. Birazcık yanaklarım şişti aslında kendime geldim. Kilo almamı istediğini biliyorum. Saçlarımı kestiresim de çok vardı ama güvenemedim. Saçları değil de sakalımı bıyığımı kesmemi istersin diye düşünüyorum. Çok kararsız kaldım, sana sormak istedim hatta ama biliyorum ne olsa kabulun olurdu. Gülüp dalga geçerdin yakıştıramasan da. Yanlış anlamazdım merak etme, önce bir somurtup gülümsemeyle eşlik ederdim. Düşüncelerini göremesem de böyle olurdu diye tahmin ediyorum.


    Kızacağın şeyler yaptım bazen, bilerek ve isteyerek. Bazılarından dolayı belki de nefret eder çok ama çok kızardın. Hakaretler saydırıp sinirini çıkarmak isterdin. Keşke ah keşke. Gitmeseydin, yanımda olsaydın da beni kendime getirip hatadan dönmeme sebep olsaydın. Çekip çıkarsaydın beni en diplerden fakat ne sen çıkardın ne de ben diplerde süründüm. Öylece geçti, gitti. Her seferinde dönüp arkama baktım. Orada mısın, görecek misin diye meraklandım. Kızmış sesini kulaklarımda hayal ettim fakat nafile… Her dönüşümde sen yine orada değildin, bakmıyordun da görmüyordun da. Kendime geldiğimde toparlandım ben de, seni üzdüğümü düşünüp bir kez daha düşüncelerimde sinirlendim. Ama merak etme bu da gelir, geçer.


    Bilemiyorum, ne seni ne de kendimi suçlayabiliyorum. Çoğu zaman kızmış olabilirim -her ikimize de- fakat günün sonunda hep farkına vardım. İkimize de kızdığım net bir şey var! Hatıralar, daha fazla olabilirdi gibi geliyor. Dönüp baktığımda az geliyor, yetersiz geliyor. Fotoğrafları saklamadım herhangi bir yere, rastgele kaldırdım ve unuttum, sahiden. Her an karşıma da çıkabilir, uzun süre ortalarda gözükmeyebilir de! Önemi de yok, bakıp gülümser tekrar başka bir yere kaldırır ve unuturum.


    Neler neler birikti anlatamadan belki de, geçti hepsi. Bir gün anlatacağım diye de beklemiyorum. Önemli değil artık zaten, alıştım. Bekleyebilirdim biliyor musun? Evet, anlamsız olurdu ve yükseklerdeki hayalin de buna izin vermezdi. Bir süre önce karar verdim oldukça da inatçıyım bu konuda. Aklımdaki her düşüncende, gülümsememi yanımdakilere yansıtacağım. Birbirinden farklı beğendiğin çiçekleri gördükçe biriktireceğim. Senin yanına gelemesem de -henüz cesaretim yok- her bir buketi sessiz bahçelerdeki, her bir unutulana ulaştıracağım.


    Sen fark etmedin belki ama benim sana son vedam hala zihnimde tekrarlanıyor.

    • Deneme
    • •
    • Düşünce
    • •
    • Hikaye
    286 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 13 Nis 2020
      • 4 dakikada okunur

    Ejderha

    Güncelleme tarihi: 14 Ara 2020

    Gecelerin aylar gündüzlerin ise yıllarca sürdüğü zamanlarda, mevsimlerin hep yaz ama denizlerin soğuk olduğu zamanlarda, hayvanların konuştuğu bitkilerin fısıldadığı zamanlarda, develerin mutlu cücelerin hep şarkı söylediği zamanlarda üç dağ ve bir gölün ortasında bulunan bir kasaba varmış. Bu kasabada güzeller güzeli bir prenses on iki muhafızı ve dört hizmetkarı yaşarmış zira onun pek de iyiliğini istemeyen onu kıskanan kötü bir ejderha varmış.


    Prensesi, babası bu küçük kasabaya göndermek zorunda kalmış çünkü şehrine bir ejderha musallat olmuş. Ne yaparlarsa yapsınlar kurtulamamışlar. Nice kahramanlar nice büyüler nice ordular ejderhayla baş edememiş. Kral da çözümü kızını bu şehirden uzak tutmakta bulmuş. Kızını on iki muhafız ve dört hizmetkarla bu masum kasabaya göndermiş.


    Hizmetkarların biri hariç muhafızlar da dahil dilsizlermiş. Baş hizmetkar prensesin bakıcısı, ikinci annesi gibiymiş. Ona türlü türlü hikayeler anlatır, kitaplar okur, resimler çizdirir, danslar eder, yazı yazmayı okumayı öğretirmiş kısacası elinden gelen her şeyi yapmaya çalışırmış. Diğer hizmetkarların belli başlı görevleri varmış. Biri yemeği pişirir, biri temizliği yapar, biri de bahçeyle ilgilenirmiş. Muhafızlar da kasabanın çeşitli yerlerine dağılmışlar. Dağlarda, gölde ve çeşitli birçok noktada konumlarını almış, prensesi korumaya kendilerini adamışlar.


    Gündüzlerin bittiği uzun gecenin başlayacağı gün gelmiş çatmış. O güne özel tüm muhafızlar, hizmetkarlar ve prenses hep birlikte büyükçe bir masada yemek yerlermiş. O günler o kadar değerliymiş ki prenses o günleri, uzun gecenin başlamasına rağmen, çok beklermiş çünkü insanları merak edermiş prenses. Henüz arkadaşı bile yokmuş. Bakıcısının hikayelerinden dinlediği kadarıyla başka diyarlarda çocuklar, aileler mutlu şekilde yaşarlarmış. Hayatı, o masada gördüğü insanlar kadarmış, o gördüğü insanları da sadece bugünlerde görürmüş.


    Hep birlikte çok güzel bir akşam yemeği geçirmişler. Prenses çok mutluymuş ama bu ona artık yetmemeye başlamış. Bakıcısı ona son hikayesini anlatırken prensesin çok üzgün olduğunu görmüş. Nedenini sorduğunda “Çok yedim sanırım, karnım ağrıyor.” demiş. Bakıcısı da biraz endişelense de üzerine fazla gitmemiş. Tam odadan çıkacakken o korkunç sesi işitmeye başlamışlar. Sanki gök yırtılacak gibi, uzunca yankısı süren bir ses gelmiş. Ardından boğuk bir kahkaha sesi yükselmiş dışarıda. Prenses korkmaya başlamış, bakıcısının yüzüne de endişe oturuvermiş. “Geçer minik prensesim, yağmur yağacaktır.” demiş ve odadan çıkmış.


    Çok nadir de olsa bu sesi duyarlarmış. Bakıcı ejderhanın onları bulmuş olmasına imkan vermezmiş zira kasabadaki herkesin dilsiz olduğunu bilirmiş. Eğer ejderha onları bulursa oradan kaçmak zorunda olduklarının farkındaymış. Ejderha musallat olduğu şehri kolay kolay bırakmazmış. İnsanları, hayvanları, bitkileri yemekten ziyade onları korkutmayı severmiş. Gökyüzünü delen kanat sesleri, kulakları çınlatacak korkunç böğürmesi ve geceleri aydınlatan ateşi herkesi korkutur herkese endişeler saçarmış. Hayatlarına devam edemezlermiş; delirenler, intihar edenler olurmuş.


    Bu ejderha yalan ile beslenir, yalan ile güçlenir, yalan ile musallat olurmuş insanlara. Bunu herkesler bilse de engel olamazlarmış. Kral da biricik kızını korumanın tek yolunu onu dilsiz muhafızları ve hizmetkarlarıyla, kimselerin olmadığı kasabaya göndermekle bulmuş fakat farkında değilmiş; yalan için sadece kelimeler, sadece konuşmak gerekmezmiş.


    Kelimeler ile söylenen yalanları ejderha bile çok sevmezmiş. Asıl yalanlar insanların konuşmadan söylediği yalanlarmış çünkü kelimeler yalanı eninde sonunda belli edermiş ama konuşmadan söylenen yalanlar; bazen bakışlar, bazen mimikler, bazen tepkiler, bazen sarılmalar, bazen de gülümsemeler, çok daha güçlüymüş anlaması daha zormuş. Ayrıca ejderha için küçük, büyük yalan yokmuş; kime niçin söylediğinin anlamı da yokmuş. Bazıları masum görünse de ejderha onları hemencecik duyar, güç alır, o tarafa doğru kanatlarını açarmış.


    Prenses gecelerin hüküm sürdüğü günlerden, bakıcısının hikayelerinden, bu küçük kasabadan sıkılmış. Ailesini, diğer insanları, dışarıyı merak eder olmuş. Bakıcısıyla konuşmamaya başlamış. Bakıcı ne yaptıysa da durumu anlayamamış, prenses hep onu oyalamış. Prenses günün birinde kafasına koymuş, kaçıp şehrini bulacakmış, hem o prensesmiş bir şeyler olmaz bana diye düşünmüş.


    Önce hastayım diye odasından hiç çıkmamaya başlamış. Sonra bir gün uyuması gereken saatte evden kaçıvermiş. Kimselere fark ettirmeden kasabadan çıkmış. Bakıcısından dinlediği kadarıyla şehrine doğru yola çıkmış. Karanlıkta korkarak ilerler olmuş. Karşılaştıklarına kralın şehrini sorar, onların gösterdiği tarafa doğru gidermiş.


    Kasabalardan geçtikçe, insanları gördükçe göklerdeki gürültü artmaya başlamış. Kimi zaman gökyüzünde kocaman gölge görürmüş. İnsanlar sesleri duyunca evlerine kapanırmış. O da sokaklarda tek başına ilerlermiş. Evlerine kaçanlar ejderhanın eskiden çok küçük olduğunu, kimsenin dikkate almadığını ama sonrasında gittikçe büyüdüğünü, güçlendiğini fısıldarlarmış. Prensese kim olduğunu, nereye gittiğini soranlar olurmuş. Ama prenses şehre gitmeye çalıştığını söyler, kendi hakkında masallardan duyduğu kahramanlardanmış gibi bilgiler verirmiş.


    Gününü birinde şehrin kapısına ulaşmayı başarmış. Karanlık şehre uzaktan bakar olmuş. Hayallerindeki şehri göremiyormuş orada. Daha çok harabe gibi görünüyormuş. Ve şehrin üzerinde dolanan kocaman ejderhayı görmüş ve çok korkmuş. Ejderha şehrin üzerinde kahkahalar atarak süzülüyormuş. İnsanlar sokaklara çıkamıyormuş. Şehrin kapısında onu fark eden ejderha ona doğru kanat çırpmaya başlamış.


    Ejderhanın ona doğru geldiğini görünce elleri ayakları titremeye başlamış, geriye doğru adım atmaya başlarken düşmüş öylece olduğu yere. Ejderha karşısına dikilmiş, geniş kanatlarını olabildiğince açmış ve kükremeye başlamış. Prensesin gözlerinden yaşlar süzülmüş. Bunu gören ejderha havaya doğru nefesini haykırmış ve karanlık adeta ateşiyle aydınlanmış. Prenses bir anda ondan korkmadığını tüm gücüyle söylemiş lakin ejderha daha da fazla kahkaha atar olmuş.


    Ejderha yoldan kahkahalar atarak çekilivermiş, elini uzatmış: “Buyurun prensesim, ben de sizi bekliyordum. Bir gün sizden de daha fazla güç alacağım işte o zaman korkacaksınız.” demiş. Prenses şaşkınlıkla gözyaşları içerisinde ilerlemeye başlamış. Korkmasına korkuyormuş da ejderha yeterli gücü alamamış. Lakin ejderha farkındaymış, o da büyüdükçe isteyerek veyahut istemeyerek ona güç verecekmiş.


    İnsanların sözlerinde, duygularında, tepkilerinde yalanlar olduğu sürece ejderha insanlara musallat olmaktan vazgeçmeyecekmiş. Neden veya nasıl olduğunun bir önemi yokmuş; yalan yalanmış. İnsanlar ya yalanı bırakacaklarmış ya da yalanlarıyla birlikte ejderhayla yaşamaya alışacaklarmış. Ejderha onları öldürmese de korkmalarına, hayatlarını etkilemeye devam edecekmiş.


    Ejderha merak etmiş de izin vermiş prensese, neler olacağını görmek istemiş.


    *Yeni Sayfa'dan

    • Duygu
    • •
    • Masal
    • •
    • Hikaye
    176 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 11 Oca 2020
      • 3 dakikada okunur

    Sesler

    Güncelleme tarihi: 24 Nis 2020

    Yağmur çiselemeye henüz başlamış rüzgar yaprakları inceden sarsarken uğultusu kulaklara ulaşmıştı. Sokak lambalarının dalların arasından aydınlattığı caddede adımlarını hızlandırırken birkaç insana çarptı. Kafasını yerden ayırmadan sessizce “pardon” dedi. Çok ama çok üşüyordu, montunun iki yakasını birbirine yakın tutsa da üşümesine engel olamadı. İçtiği acı kahvenin çarpıntısına karşı çıkamadı sanki içerisinde durduramadığı bir heyecan vardı. Bunlar bir yana asıl sorunu kafasının içinde durduramadığı seslerdi. Kafasının içindeki konuşmaları önleyemedi. Gerçekten birileri konuşuyor muydu yoksa hepsi kafasının içinde miydi? Gözlerini korkak ve kaçamak bir şekilde etrafta gezdirdi.


    Etrafta birçok insan vardı. İnsanların kimi ciddi kimi aceleci kimi ise mutsuzdu. Kimi ise anlamsız bir şekilde yapmacık gülümsüyordu etrafa, mutlular mı acaba diye düşündü içinden. Kimi de sinirli ve donuk bakıyor, onlarla karşı karşıya kalınca geriliyordu. Hepsinin ortak bir noktası vardı, dudaklarını açıp kapamasalar da hepsi sanki onunla konuşuyordu.


    Konuşmaları kesinlikle anlayamıyordu kelimeleri zar zor seçebiliyordu. Bir ses “ … hızlı yürüsene!” derken bir diğeri “… tak da düşsünler…” diyordu sinirli bir şekilde. Başka bir ses ise etraftakileri konuşturuyordu sanki “ … evden kaçmış…” diyordu yıpranmış büyükçe çantalı yaşlı teyze, “…kapıyı göstereceğim...” diyordu takım elbiseli ciddi adam. “ …bir daha konuşmazsa…” diyordu onu hızlıca geçen okul çantalı genç, “… beni mi izliyor?” diyordu karşı yönden gelen çiçek elbiseli kadın. Gözlerini korkarak hızlıca çevirdi. Gerçekten konuşuyorlar mı yoksa hepsi kafasının içinde mi anlayamıyordu.


    Kimi zaman kafasındaki sesler sinirleniyor ve daha yüksek sesle konuşuyorlardı. Dışarıdan naif görünenlerin küfürler ettiğini duyuyor, masumca birbirlerine gülümseyerek geçenlerin alçakça hakaretler saydırdığını işitiyor, gençlerin kıskançça sözleri yükseliyor, yaşlıların bencilce lafları dökülüyordu.


    El ele tutuşan çiftleri gördü, sesleri kısık ama menfaat üzerineydi. Annenin kucağında çocuğu gördü, anneden sıkılgan kelimeler yükseliyordu. Çocuğun sesleri ise duyulmayacak derece azdı, henüz öğrenmemişti belki de ağır kelimeleri. Kavga eden insanları gördü, içerlerinden dışarıya çıkmayan nefret dolu kelimeleri işitti. O hınç dolu kelimeler dökülmemeliydi ağızlardan.


    İnsanların ortak noktaları, kendilerine karşı olan sesleriydi sadece. Hepsi egolarına iltifatlarda bulunuyordu. Önemli olan sadece kendileriydi. En doğru davranışları onlar sergiliyordu. Kendilerine karşı olan sesleri ise yumuşacıktı.


    Etrafındakilerden kaçarcasına uzaklaşmaya çalışıyordu. Kulaklarını iki eliyle kapadı, adımlarını daha da hızlandırdı. Bunların hepsi kafasının içinde olmalıydı. Delirmeye başladığını düşündü. Sesleri asla durduramıyordu. Seslerden ve kendinden korkmaya başladı.



    Karşısındaki yıllanmış ağaca çarptı, ağaçtan inceden acı çekercesine bir ses yükseldi. “Özür dilerim.” dedi, şaşkınlıktan olduğu yerde donakaldı. Sadece insanlardan gelmiyordu sesler. Etrafındaki diğer ağaçlara kulak verdi. Hepsinden sesler yükseliyordu ama insanlarınkinden farklı. Kelimeler yoktu, sadece onu rahatlatan sesler yükseliyordu. Bir anlığına kısıldı diğer sesler. Gözlerini kapayıp bu ahenge kendini verdi. Yavaşça yoluna devam etmeye başladı. Yandaki sarmaşık sanki şarkılar söylüyor, önündeki henüz dikilmiş fidandan ezgiler duyuyordu. Kendilerini anlatma dertleri yoktu sanki huzur arayıp huzur vermeye çalışıyor gibiydiler.


    Yanından geçmeye çalışan kısa boylu adam omuz geçirince sesler kesildi ve uğultular yükselmeye başladı. “…yürüsene...” sesi kulaklarında çınladı, korkuyla irkildi. Kalabalığa karışan huzurlu seslere odaklanmaya çalıştı. İyice ilerleyen kısa boylu adam, yanından masumca geçen sarı, fırça tüylü köpeğe tekme geçirdi. Köpekten sesler yükselmeye başladı acı dolu, hüzünlü sesler. Sonrasında masum sesler yükselmeye başladı. O da onun gibi kaçarcasına ilerlemeye başladı.


    Çöp tenekesini karıştıran kedileri gördü. Çaresiz ama mutlu sesler yükseliyordu o pislik yuvasından. Son dakikalarım, diye düşündü. Aklını bırakmak üzereydi. Sendeleyerek ilerlemeye çalışıyordu. Hemen yanındaki sümbül ağacının huzurlu melodisi kulağına ulaştı. Kafasını yukarı kaldırıp gökyüzüne doğru baktı. Sürü gibi uçan martılara, ağaçların içinde gezinen kargalara kulak verdi, onları duymaya çalıştı. Neşeli sesler zihninde belirdi. Sesleri akıp geçen gürültüye karşı umursamaz, şenlikleri harici seslere sağır gibiydiler. Onlar her şeye rağmen mutluydular.


    Tüm sesler birbirine karıştı aniden. Çarpıntısı tekrardan başladı, olduğu yere çöktü. Dizlerinde sızı vardı, kollarında tükenmişlik. Gözlerinden damla damla yaşlar süzüldü yanaklarına. Dayanamıyordu artık, insanların rahatsız edici sesleri hayvan ve bitkilerin huzurlu seslerini gölgeliyordu. İnsanlar izin vermiyordu ona. Kafasındaki tüm sesleri söküp almak istercesine ellerini saçlarının arasına daldırdı. Kimse onu fark etmiyordu. Kendi sesleri içerisine karışıp tüm olanlara karşı sağır ve âmâ gibi yollarına devam ediyorlardı. Herkes bencildi, ne kadar yazık! Haykırarak ağlamaya başladı.


    Artık sadece tüm seslerin kesilmesini istiyordu her ne kadar huzur dolu sesler gelse de çaresizliğinden onları da duymak istemiyordu, yeterince gücü kalmamıştı.


    Bir anda tüm sesler kesildi, arka tarafından inceden bir melodi yükselmeye başladı, gözyaşlarını elinin üstüyle silip vücudunu o tarafa doğru yöneltti.


    *Yeni Sayfa'dan


    • Düşünce
    • •
    • Duygu
    • •
    • Hikaye
    124 görüntüleme0 yorum
    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    • Beyaz Google+ Simge

    donattan.com