top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıDonat

Günlük

Güncelleme tarihi: 24 Nis 2020

26 Eylül 2016 Pazartesi


Bugünden beklediğim verimi almak için erken uyanmak istemiştim lakin geceleyin beni rahat bırakmayan hayallere takılı kalmam nedeniyle istediğim saatte uyuyamadım ve dolayısıyla uyanamadım. Her şeye rağmen güzel bir kahvaltının günümü toparlamama yeteceğini düşünerekten mutfağa geçtim. Suları kesmişler haberim yoktu fakat dünden uyardıklarını hatırladım. Aynı şekilde ocağın taşı da kırıldığından çaresizce kahvaltıdan vazgeçtim. Dışarıda taptaze simit eşliğinde bir şeyler atıştırabilirdim. En sevdiğim ayakkabımı giyecekken üzerine dünkü yağmurdan hızlıca kaçarken arası boş kaldırım taşının üzerine sıçrattığı çamurlu pisliği fark ettim. Ön tarafı hafif yırtılmış, yanları sökülmeye yüz tutmuş emektar ayakkabımı ayağıma geçirdim. Pis de değildi hem de çok da rahattı.


Havada hüzün renkleri belirmiş, güneş bulutların arkasında kendini gizliyordu. Ne tam aydınlanmış diyebilirdim bu havaya ne de karanlık. Yağmur sanki birazdan başlayacak gibi dursa da gözyaşlarını ve akan sümüğünü içine çeken bir çocuğu andırır gibi inatçıydı, anlaşılan yağmayacaktı. Gri adeta kurşuni bir hava hakimdi. İçimi karartan bu hava yüzümün gülümsemesine neden olmayacaktı aksine derin bir sıkıntı koyuveriyordu içime. Kafamı yukarıya kaldırıp iç çeker bir bakış attıktan sonra sokağın başındaki fırına gittim.


Simit henüz fırından çıkmamıştı. Yeni uyanmış, gözlerindeki kızarıklıktan ve suratındaki somurtmadan anladığım kadarıyla fırıncının da afyonu patlamamıştı. Sabah sabah bu tavırları çekmek istemediğim için dünden kalan bayatlamış bir simidi alıp arka sokaktaki çaycıya geçtim. Hasan abi tüm devranın aksine yüzünden neşesini eksik etmiyordu. Uzaktan, hafif mahmurlukla adımlarımı attığım Arnavut kaldırımlarının üzerinde adımlarımı zar zor atmaya çalışan beni gören Hasan abi bana seslendi: “Yeğenim tüm gece beşik mi salladın ne bu hal sanki dünyan başına yıkılmış, gel otur şöyle, çay daha yeni demlendi, vereyim hemen.” dedi. Gülümsemeye çalışsam da beceremedim. Bir selam verip her zamanki köşeme kurulu verdim. Hasan abi baba esprileriyle ve tatlı muhabbetiyle kafamı bir süre dağıttı. Ardı arkası kesilmeyen zamlardan, çevremizde olup biten karışıklıklardan sonra bir süre ekonomiyi nasıl düzeltebileceğimiz hakkında konuştuk. Hiçbir çözüme kavuşturamayacağımız konuları konuşurken, Hasan abinin yüzündeki adeta her şeyi çözüme kavuşturmanın verdiği rahatlığı görebiliyordum. Bir süre muhabbet ettikten sonra okuluma doğru yol aldım.


27 Eylül 2016 Salı


Pazartesi günkü heyecanıma yenik düşmedim. Kalemi direkt elimden atıp defterimi kapadım. Dün, çaycıdan kalktıktan sonraki günümü belki bir gün buraya eklerim. Ama sanmıyorum zira gülümsemeye hep çabaladığımı fark ettim. Hep güzel şeyler yaşamaya, yapmaya çalışıp hüsranlarla sonuçlanan olaylar kafamda canlandı. Düzeltmeye çalıştığım olayları istemeden daha beter hale getirdiğimi gördüm. Ben kendimi mi kandırıyorum?


Düşündüğüm zaman bugün de güne aynı başladım neredeyse. Düşüncelerimden, hayallerimden zar zor uyuyabildiğim gecemde rüyalarım da beni rahat bırakmadı. Mutlu başlangıçla başlayan rüyaların sonunda kendimi ya uçurumun kenarında buluyordum ya da ateşin ortasında. Korkuyla uyanıp bir süre kabusun geçmesini bekledim bugün de. Hüzünlü hava pek de kendini değiştirmemişti.


Kalabalığın arasında samimi gözler aradım bugün, kalabalığın arasında bir gülümseme aradım belki de, kalabalığın arasında gözlerimin parlamasına sebep aradım, bilemiyorum. Bulamadım. Kalabalıkta istediğim bir çift gözü bana fazla gördü dünya.


Ben de soluğu akşamında Hasan abide aldım tabii. Herkesin aksine inatla neşesini kaybetmiyordu. Bazı kimseler gelmiş, vergiyle muhasebeyle ilgili denetlemeler yapmışlar. Anlaşılan gözlerinin arkasında bir yenilgi saklıyor ama her şeye rağmen direniyordu. Bir çözüm bulurum ümidiyle bana anlattı bazı durumları. İşler pek de iyi değilmiş bir süredir. Çocuğuna zar zor harçlık yetiştiriyormuş fakat yanlış anlama günlük, hiç de morali bozuk değildi. Geleceğe dair umudu epey fazla. Durumunun düzeleceğine, okul sezonuyla birlikte toparlayacağına inanıyordu.


29 Eylül 2016 Perşembe


Gece saat bilmem kaç olmuş. Gözlerimi açamıyorum ama bir şeyler karalamadan duramam. İçimde durduramadığım bir heyecan var. Kafamın dalgınlığına ve dalgalanmalarına rağmen bir şeyler karalayacağım. Günüm beklenenin aksine ve benim inadım sayesinde beklediğimden biraz farklı geçti. Biraz daha umutlandım lakin kendimi tanıyorum. Kaçacağım bir süre. Kendimden kaçmaktan yorulursam da teslim olacağım.


5 Ekim 2016 Pazartesi


Birkaç gündür yazmadım bu sayfalara, yazamadım değil, yazmadım. Kendimden kaçıyorum. Kabul etmek istemediğim şeyler ve korkularım var. İnsan kendiyle neden yüzleşmek ister ki? Doğal olarak ben de istemedim.


Bugün sevdiğim caddede bir ileri bir geri gittim. Listeme eklediğim kitaplardan birkaçını aldım. Biraz da kitapçıda vakit geçirdim. Sessizlik içinde, içlerinde apayrı dünyalar yer alan sayfalara göz atıp karıştırmaktan zevk alıyorum. Hepsinin içinde farklı dünyalar var. Bir de onları inceleyenler. Kendilerine en uygun raflarda dolaşan insanlar.


Caddede dolaşırken insanların konuşmalarına kulak verdim. Birbirlerininkine benzemeyen, ayrı tellerden dertleri ve heyecanları var. Kimi okulu bitirme derdinde, kimi kariyerini yükseltme peşinde. Kimi de aşk acısını anlatıyor usulca yanındakine, kimi babasıyla tartışmasını. Bugün insanlara kulak vermeye başladım. Başkalarının dertleriyle ilgilenince kendimden uzaklaştığımı, kendimden kaçtığımı, kendimden korunduğumu anladım.


Ama dayanamadım. Adım attım üzerimdeki hüzünden kurtulmak için. Ya da yalan söylüyorum kabul ediyorum, adım attım bir umuda gidebilmek için. Cevap gecikmedi: “Ali.” dedi uzaktan biri bana.


9 Ekim 2016 Pazar


Günler yine başa sarmaya başladı. Sabah erkenden huzursuz bir şekilde uyandım. Arkadaşlarıma verdiğim sözü unutmuşum. Apar topar yataktan fırladım. Perdenin arasından göz attım, güneş tepedeydi. Ona göre hızlıca hazırlandım çıktım.


Tabii güneş aldattı beni. Hava göründüğü gibi değildi. Yolda koşarak ilerlerken rüzgar içime kadar işliyordu. Hasan abi durdurmak istedi beni. Aceleyle: “Abi geciktim.” dedim. Sonradan anladım, yüzündeki tebessüm yoktu bana seslenirken. Dikkat de edemedim. Koşarak uzaklaştım yanından. Akşam uğrarım diye düşündüm.


Yetişmek için acele ederken neleri kaçırdığımı fark ettim. Fırından taze simit kokuları geliyordu, geçtim. Hasan abiye aldırmadım. Ayağıma yine eski ayakkabımı geçirmişim halbuki temizlemiştim diğerini. Kimseye doğru düzgün selam veremedim. Yetişmek için koşarken neleri es geçtiğimi fark ettim. Anahtarımı evde unutmuşum. Yanlış otobüse atlamışım, ileride indim bir de geri koştum. Hızlı gideceğim diye iyice geri atmışım kendimi. Yetişmek için çabalarken neleri feda ettiğimi fark ettim. Camdan kafamı çıkarsaydım, üşümezdim bu kadar. Heyecanla yazdığım, arkadaşlarıma okutacağım şiirimi unutmuşum evde.


Arkadaşlarımın yanına geldiğimde çoktan başlamışlardı kahvaltıya. Neredeyse bitirmek üzerelerdi, kalkacaklardı. Yine onlara yetişmek için acele ettim. Ne yediğimden keyif alabildim, ne de iki çift sohbet edebildim.


Aslında iki çift göz görmek için acele etmiştim. Görebilmiştim de. Ama yetersiz.


24 Kasım 2016 Perşembe


Buraya artık yazasım gelmiyor. Neden mi diye sorarsan günlük, çok açık. Doğruları yazıyorum buraya ve ben doğrulardan kaçmaya çalışıyorum. Ve de bunu beceremiyorum. Kendime yalan söylüyorum, başta inanmış gibi yapıyorum ve sonra olmuyor. İtiraf içinde buluyorum kendimi.


Vicdan azabı çekiyorum sanırım. O gün Hasan abinin yanından hızlıca geçtim, sonraki birkaç gün de unuttum uğramayı. Geçen gün yine dükkanın önünden geçtim. Kapanmış. Kendisini sordum çevredekiler borçlarından dolayı kapatmak zorunda olduğunu söyledi. Kendisine nasıl ulaşabileceğimi sordum, nafile. Eşiyle de ayrılmaya kadar gelmişler. O da çaresizce memleketine gitmiş. Orada iş bulmuş. Hasan abi ne söyleyecekti bana? Belki vedalaşacaktı. Ona bile izin vermedim. Belki bir çözüm arayacaktı benimle, izin vermedim. Ama hala umudunun devam ettiğini, her şeyi düzeltebileceğini düşündüğünü hissediyorum.


4 Aralık 2016 Pazar


Bugün buraya son kelimelerimi yazıyorum. Sonra da bu defteri kenara atıyorum. Son sayfalara gelmişim zaten. Yeni bir deftere geçer miyim bilmiyorum. Artık eskisi gibi içimden de gelmiyor. Her çabalamamın hüsranla sonuçlanmasından bıktım, kendimi kandırmaktan da.


O gün çaycıdan kalkıp okula geçtiğimde hüzünlü hava tüm bedenimi esir almıştı. İçimdeki yorgunluğu ve öfkeyi dışarıya vurmak istemediğim için kendimi olabildiğince gücümle tutuyordum. Ben tuttukça amacımı başarıyordum fakat bu sefer de yanlış anlaşılıyormuşum. Dışarıdan fütursuzca mutlu görünüyormuşum. Tabii ki kötü değil ama yanlış anlaşılmak kötü.


O gün onca kalabalığın içindeki bir çift göz, bir tatlı tebessüm, kısa bir muhabbet aldı beni. Kendimi kaptırmayayım diye geri çekildikçe istemsizce itilmişim içine bunca zaman. “Ah be Ali sakın yapma!” dedikçe yapar olmuşum istemsizce. Bir süre kaçsam da tarihi veren gün gibi teslim olmuşum usulca.


O gün içimdeki öfkenin ve hüznün dibinde boğulurken birinin çekip kurtardığını düşünürken, ayaklarımı çırpan benmişim aslında. Sonunda da beni kurtaran sandığım kol tarafından iyice itilmişim derine doğru. Sonunu bile bile direnmişim içimdeki inada.


O günün akşamı yazsaydım günümü, daha farklı yazardım muhtemelen.


O gün bir rüyaya kapılmış uyanmamışım, inat edip sımsıkı gözlerimi kapatıp tekrar dalmışım rüyalarımın arasına. Rüyalarımın arasında buldum sanmışım mutluluğumu. Mutluluğum aldatmamış olsun, rüyalarım gerçek olsun istemişim. Belki şimdi dalmışımdır derin bir kabusa. Eğer durum buysa lütfen beni uyandır!


Hislerimi son kez yazmak istiyorum ama korkuyorum. Sanırım en çok itiraf etmekten korkuyorum. Kendimi anlatmaktan, anlatmaya çalışmaktan, anlatmaya çalışırken çabalamaktan yoruldum. Hep kendimi anlatmaya çabaladığım bir durumun içinde bulduğumu fark ettim. Ne gerek var diye düşündüm, anlatma kendini? Lakin durduramıyorum. Yanlış anlaşılmaktan korktukça daha da çok yanlış anlaşılmışım. Her bir çabalamamda, her kendimi doğru anlatmaya çalışmamda daha da tökezlemişim. Anlatamamışım.


Önemli olan da bu değilmiş aslında. Önemli olan benim kendimi anlatıp anlatamadığımı düşünmemmiş. Karşı tarafın anlayıp anlamaması o kadar da önemli değilmiş. Çünkü ben elimden geleni yaptığımı anladığımda, kendimi anlattığımı düşündüğümde bırakıyormuşum çabalamayı istemsizce.


Hasan abinin dükkanın önünden geçtim bugün. Yerine yeni nesil bir kahveci açılmış. Müşterileri de epey fazla görünüyor. Her masa kendi derdinde veya muhabbetinde. Kahveyi getiren de yok gidip kendin alıyorsun suratsız birinden! İlgilenen de pek yok. Duvardaki üç beş güzel tabloya, marjinal dekora geliyor müşteriler, dış görünüşe, bence koca bir yalana. Gülümseyerek, sohbet ede ede dolaşan, mutluluğundan ikram eden bir Hasan abi yok.


Havada yine kurşuni renkler hakim, içimde yine derin bir hüzün var, kalemimi bırakıyorum bir kenara, yoruldum.


127 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Anlatamadım

Diyalog

Karşılaşma

bottom of page