Bu site
.com
site kurucusuyla tasarlanmıştır. Kendi sitenizi bugün kurun.
Hemen Başla
  • BLOG

  • HAKKIMDA

  • İLETİŞİM

  • More

    Use tab to navigate through the menu items.
    thumbnail_Adsız-Resim.png

    Donat'tan

    İçimden geçenler, kendime yazılar

    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    Başlamadan önce buraya göz atabilirsiniz
    • Donat
      • 24 Nis 2020
      • 4 dakikada okunur

    Yeni Sayfa

    Güncelleme tarihi: 14 Oca 2021

    Masasının üstüne henüz satın aldığı defteri ve uzun süredir kullandığı kalemi bıraktı. Bir bardak su alıp tekrar masanın önünde dikilmeye başladı. Defteri dikkatlice inceliyordu. Alırken ilgisini hiç çekmeyen ayrıntıları fark etmeye başladı. Neden almıştı ki defteri? Sandalyeyi çekip oturdu.


    Kalınca bir kapağı vardı. Ahşabı andırsa da muhtemelen sert bir mukavvadan yapılmıştı. Koyu ahşap renkli kapağın üzerinde sanki rastgele çizilmiş gibi rengarenk çizgiler dolaşıyordu. Kapağın üzerinde parmaklarını gezdirdi, dokusu yıpranmış bir yaprağın üzerindeki ince tüyleri andıran bir his veriyordu. Bu deftere bir şeyler karalamalıydı ama ne?


    Kapağını dikkatlice kaldırıp arkasına alırken sayfaları birbirine bağlayan sayfaların kenarına yılan misali dolanan tele dikkat etti. Deftere herhangi bir zarar vermek istemiyordu. İlk sayfa ile karşı karşıyaydı. Bembeyaz ve çizgisiz kağıda kalemiyle dokundu. Ama daha sonra kağıdı kirlettiğini düşündü ve saçma bir şekilde vicdan azabı çekti. Sayfayı koparıp attı.


    Yeni bir sayfa karşısındaydı ve içindeki bir şeyler karalama duygusuna engel olamıyordu. Önce günlük yazmayı düşündü. Her gününü buraya cümle cümle işleyebilirdi. Günlerinin güzelliklerini veya çirkinliklerini, heyecanlarını veya sıkılmışlıklarını, mutluluklarını veya üzüntülerini, arkadaşlarını veya düşmanlarını, aşklarını veya nefretlerini burada ölümsüzleştirebilir ve de sonrasında tekrar tekrar okuyup bunları hatırlayabilirdi. Sağ üst köşeye tarihi attı: "26 Eylül 2016 Pazartesi" Nasıl başlamalıydı? Sevgili günlük diyerek mi?


    “Bugünden beklediğim verimi almak için erken uyanmak istemiştim lakin geceleyin beni rahat bırakmayan hayallere takılı kalmam nedeniyle istediğim saatte uyuyamadım ve dolayısıyla uyanamadım. Her şeye rağmen güzel bir kahvaltının günümü toparlamama yeteceğini düşünerekten mutfağa geçtim. Suları kesmişler haberim yoktu fakat dünden uyardıklarını hatırladım. Aynı şekilde ocağın taşı da kırıldığından çaresizce kahvaltıdan vazgeçtim. Dışarıda taptaze simit eşliğinde bir şeyler atıştırabilirdim. En sevdiğim ayakkabımı giye”* cümlesini tamamlamadan vazgeçti çünkü her zaman güzel bir şey yapma umuduyla başlayan kelimeleri başaramamasıyla bitiyordu. Yazacaklarını düşündü ve hep çabalamalar olduğunu gördü. Hiçbir cümlesi başladığı amacıyla bitmeyecekti. Hep ona karşı gelen engeller vardı. Sayfayı koparıp attı.


    Günlük fikrinden vazgeçti. Düşüncelerinle özgür olacağı denemeler yazabilirdi. Kimseler de düşüncelerini görmezdi. Tamamen içindekileri kusmak istiyordu. Belki onun için bir haykırış olabilirdi. “Kimi zaman aklımın içindeki düşüncelerin sohbetine engel olamıyorum. Özellikle yatmadan hemen önce ışıkları kapadığım kafamı yastığa dayayıp yorganı üzerime çektikten sonraki zamanlar. Karanlıkta ve sessizlikle düşüncelerimle baş başa kalıyorum. Kafamı ne tarafa çevirirsem çevireyim hep oradalar ve asla kurtulamıyorum. Beni rahatsız ediyorlar çoğu zaman. Üzüyorlar genellikle, hiç istemediğim cümleler kuruyorlar. Onlarla sohbet etmek istemiyorum. Düşüncelerimin boğazını sıkarak nefeslerini kesmek istiyorum yoksa onlar beni öldürecek. Düşüncelerim yüzünden kendimi duyamıyorum.”** Noktayı koyduktan sonra yazdıklarını okudu. Ne anlatmak istediğinin kendi bile farkında değildi. Sayfayı koparıp attı.


    Güzel cümleler kurmak istiyordu. Masal yazabilir ve bu masallarla çocukları mutlu edebilirdi. Defterine kendi mutlu masallarını yazabilirdi. “Gecelerin aylar gündüzlerin ise yıllarca sürdüğü zamanlarda, mevsimlerin hep yaz ama denizlerin soğuk olduğu zamanlarda, hayvanların konuştuğu bitkilerin fısıldadığı zamanlarda, develerin mutlu cücelerin hep şarkı söylediği zamanlarda üç dağ ve bir gölün ortasında bulunan bir kasaba varmış. Bu kasabada güzeller güzeli bir prenses on iki muhafızı ve dört hizmetkarı yaşarmış zira onun pek de iyiliğini istemeyen onu kıskanan kötü bir ejderha varmış.”*** Masalına aslında istediği gibi giriş yapmasına rağmen sonu kafasında hep kötü bittiği için yazmayı bıraktı. Ne yaparsa yapsın masalın sonunda ejderhanın kahkahasını duyuyordu. Vazgeçti. Sayfayı koparıp attı.


    Olmuyor. Yazdıklarından hep vazgeçiyor. Aslında bir karar kılıp devam etse belki sayfalar dolacak ama sayfaları tek tek koparıyor. Ne kadar da güzelce ve narince kapağı kaldırmıştı oysa. Masadan kalkıp kül tablasını aldı. Bir şiir yazabilir miyim diye düşündü. Tekrar oturup sigarasını yaktı. Küller havaya dağıldı ve kağıda düştü. Eliyle itmeye çalışınca kağıda daha da bulaştı. Sayfayı koparıp attı.


    “Hayalinle sarılıyorum/ Rüyalarımda yaşıyorum/ Düşlerinle uyanıyorum/ Hikayeler yazıyorum/ Yazıyorum yazıyorum / Gerçekleşmeyecek biliyorum/ Ama düşüncelerimle nefes alıyorum” nedense yazdıkları hoşuna gitmedi. Bir sayfa çevirdi. Aylar önce rafa kaldırdığı kağıdını aldı oraya da bir şeyler karalamıştı. Onu da defterine yazmaya başladı. “Gözlerinde şiirler/ Kirpiklerinde hikayeler/ Kokunda masallar/ Gülüşünde şarkılar saklı” yazmayı bir anda bıraktı. Devam edemiyordu zira hatırlamakta güçlük çekiyordu. Sonra devam ederim diye düşünüp yeni sayfa açtı. “Özlemin çöktü yine aniden/ Yerime çakıldım kalkamıyorum/ Yeter bu kadar, istiyorum ki gitsin/ Özgürce koşmak istiyorum” Yeni bir sayfaya geçti. “Sana duyduğum bu his sevgi mi aşk mı/ Yoksa bir takıntı, çaresiz bir saplantı mı/ Verecek bir cevabım yok/ Özlemek nedir ki?/ O kadar uzun zaman oldu ki/ Kavuşmak nedir bilmiyorum” sayfaları çevirip çevirip okudu. Sigarasını unutmuştu. Kısa bir dalgınlıktan sonra vazgeçti. Bütün sayfaları koparıp attı.


    Belki de hikaye yazmalıydı. Hem de sayfalarca süren bir hikaye. Belki arkadaşlarına okuturdu. Bu fikri sevdi ama duraksadı. Bir sayfa daha yırtmak istemiyordu. Ama yeniden neden demesin ki? Sonuçta onun defteri istediğini yazar sevmese yırtabilirdi. Ona kim engel olabilirdi ki?


    “Yağmur çiselemeye henüz başlamış, rüzgar yaprakları inceden sarsarken uğultusu kulaklara ulaşmıştı. Sokak lambalarının dalların arasından aydınlattığı caddede adımlarını hızlandırırken birkaç insana çarptı. Kafasını yerden ayırmayaraktan sessizce “pardon” dedi. Çok ama çok üşüyor, montunun iki yakasını birbirine yakın tutsa da üşümesine engel olamadı. İçtiği acı kahvenin çarpıntısına karşı çıkamadı sanki içerisinde durduramadığı bir heyecan vardı. Bunlar bir yana asıl sorunu kafasının içinde durduramadığı seslerdi. Kafasının içindeki konuşmaları önleyemedi. Gerçekten birileri konuşuyor muydu yoksa hepsi kafasının içinde miydi? Gözlerini korkak ve kaçamak bir şekilde etrafta gezdirdi.”****


    Sigarasını kül tablasına yavaşça basarken yazdıklarına göz gezdirdi. Hikayesinin nereye gittiğini anlamadı. Birkaç cümle daha yazmak istemiyordu artık. Yazmaya çalıştı ama beceremedi, cümleleri birbirine dolaşmıştı. Kim okuyacak ki bunları diye düşündü. Yazdıklarına yüklediği anlamı kimseler anlamayacak ve anlatmak istediğini veremeyecekti. Bütün sayfaları koparıp attı.


    Bir sigara daha yakıp derin bir nefes aldı. Mektup yazmaya karar verdi, kime olduğu önemsiz. Nasıl başlamalıydı. “Çocuk,” yazdı ilkin ve devam etti.


    “İçinde bulunduğun şu zamanlarda dertlerinin arasında yapayalnız kaldığını düşünüyorsun değil mi? Peki bundan yaklaşık yedi yıl önceki halini hatırlar mısın? Artık kenara çekilip akıp geçen yaşamına uzaktan bakmayı denemelisin. İpin ucunu bir bulsan yumağı çözeceksin. Bu üzüldüğün durumlar var ya çocuk, bunlara çok güleceksin. Bunların en az yarısıyla bolca dalga geçecek, kahkahalarla hatırlayacaksın. Kendine haksızlık ettiğini düşüneceksin, sana haksızlık edildiğini göreceksin. Bunların yaşanmasına neden izin verdiğini anlamayacaksın. Şu an itibariyle anlamasan da çocuk, anlayacaksın. Anlamazsan da sana zorla anlatacaklar.”*****


    Mektubun tamamını yazdı. Tekrar tekrar okudu. Sigarasından son bir nefes aldı. Gözleri hafiften dolmuştu. Bu yazdıkları kimeydi, bu mektup kimin içindi? Her şeyin farkında olmasına rağmen idrak etmesi için hazır mı değildi? Yanağından süzülen yaşı elinin üstüyle sildi dişlerini sıktı. Kendisine sinirlendi. Sayfayı koparıp attı.


    Ne yazarsa yazsın beğenmiyor veyahut istediği sonla bitiremiyordu. Defterine baktı. Defterin neredeyse yarısını koparmıştı. Önünde yine tertemiz bir sayfa vardı lakin artık kalemi bırakmıştı. Yazdıklarının hepsi yırtılıp gitmişti, kelimelerinden cümlelerinden eser yoktu, karalanmış sayfaları unutmuştu bile fakat kopardığı tüm sayfaların kenar pislikleri defterin telinde kenarda kalmıştı, birikmişti.


    Teldeki tüm kağıt pisliklerini çöpe attı sonradan tekrar kalemi eline aldı.


    * Günlük

    ** Düşünceler

    *** Ejderha

    **** Sesler

    ***** Mektup


    Perspective Dergisi 39.sayısından

    • Düşünce
    • •
    • Deneme
    • •
    • Duygu
    137 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 13 Nis 2020
      • 4 dakikada okunur

    Ejderha

    Güncelleme tarihi: 14 Ara 2020

    Gecelerin aylar gündüzlerin ise yıllarca sürdüğü zamanlarda, mevsimlerin hep yaz ama denizlerin soğuk olduğu zamanlarda, hayvanların konuştuğu bitkilerin fısıldadığı zamanlarda, develerin mutlu cücelerin hep şarkı söylediği zamanlarda üç dağ ve bir gölün ortasında bulunan bir kasaba varmış. Bu kasabada güzeller güzeli bir prenses on iki muhafızı ve dört hizmetkarı yaşarmış zira onun pek de iyiliğini istemeyen onu kıskanan kötü bir ejderha varmış.


    Prensesi, babası bu küçük kasabaya göndermek zorunda kalmış çünkü şehrine bir ejderha musallat olmuş. Ne yaparlarsa yapsınlar kurtulamamışlar. Nice kahramanlar nice büyüler nice ordular ejderhayla baş edememiş. Kral da çözümü kızını bu şehirden uzak tutmakta bulmuş. Kızını on iki muhafız ve dört hizmetkarla bu masum kasabaya göndermiş.


    Hizmetkarların biri hariç muhafızlar da dahil dilsizlermiş. Baş hizmetkar prensesin bakıcısı, ikinci annesi gibiymiş. Ona türlü türlü hikayeler anlatır, kitaplar okur, resimler çizdirir, danslar eder, yazı yazmayı okumayı öğretirmiş kısacası elinden gelen her şeyi yapmaya çalışırmış. Diğer hizmetkarların belli başlı görevleri varmış. Biri yemeği pişirir, biri temizliği yapar, biri de bahçeyle ilgilenirmiş. Muhafızlar da kasabanın çeşitli yerlerine dağılmışlar. Dağlarda, gölde ve çeşitli birçok noktada konumlarını almış, prensesi korumaya kendilerini adamışlar.


    Gündüzlerin bittiği uzun gecenin başlayacağı gün gelmiş çatmış. O güne özel tüm muhafızlar, hizmetkarlar ve prenses hep birlikte büyükçe bir masada yemek yerlermiş. O günler o kadar değerliymiş ki prenses o günleri, uzun gecenin başlamasına rağmen, çok beklermiş çünkü insanları merak edermiş prenses. Henüz arkadaşı bile yokmuş. Bakıcısının hikayelerinden dinlediği kadarıyla başka diyarlarda çocuklar, aileler mutlu şekilde yaşarlarmış. Hayatı, o masada gördüğü insanlar kadarmış, o gördüğü insanları da sadece bugünlerde görürmüş.


    Hep birlikte çok güzel bir akşam yemeği geçirmişler. Prenses çok mutluymuş ama bu ona artık yetmemeye başlamış. Bakıcısı ona son hikayesini anlatırken prensesin çok üzgün olduğunu görmüş. Nedenini sorduğunda “Çok yedim sanırım, karnım ağrıyor.” demiş. Bakıcısı da biraz endişelense de üzerine fazla gitmemiş. Tam odadan çıkacakken o korkunç sesi işitmeye başlamışlar. Sanki gök yırtılacak gibi, uzunca yankısı süren bir ses gelmiş. Ardından boğuk bir kahkaha sesi yükselmiş dışarıda. Prenses korkmaya başlamış, bakıcısının yüzüne de endişe oturuvermiş. “Geçer minik prensesim, yağmur yağacaktır.” demiş ve odadan çıkmış.


    Çok nadir de olsa bu sesi duyarlarmış. Bakıcı ejderhanın onları bulmuş olmasına imkan vermezmiş zira kasabadaki herkesin dilsiz olduğunu bilirmiş. Eğer ejderha onları bulursa oradan kaçmak zorunda olduklarının farkındaymış. Ejderha musallat olduğu şehri kolay kolay bırakmazmış. İnsanları, hayvanları, bitkileri yemekten ziyade onları korkutmayı severmiş. Gökyüzünü delen kanat sesleri, kulakları çınlatacak korkunç böğürmesi ve geceleri aydınlatan ateşi herkesi korkutur herkese endişeler saçarmış. Hayatlarına devam edemezlermiş; delirenler, intihar edenler olurmuş.


    Bu ejderha yalan ile beslenir, yalan ile güçlenir, yalan ile musallat olurmuş insanlara. Bunu herkesler bilse de engel olamazlarmış. Kral da biricik kızını korumanın tek yolunu onu dilsiz muhafızları ve hizmetkarlarıyla, kimselerin olmadığı kasabaya göndermekle bulmuş fakat farkında değilmiş; yalan için sadece kelimeler, sadece konuşmak gerekmezmiş.


    Kelimeler ile söylenen yalanları ejderha bile çok sevmezmiş. Asıl yalanlar insanların konuşmadan söylediği yalanlarmış çünkü kelimeler yalanı eninde sonunda belli edermiş ama konuşmadan söylenen yalanlar; bazen bakışlar, bazen mimikler, bazen tepkiler, bazen sarılmalar, bazen de gülümsemeler, çok daha güçlüymüş anlaması daha zormuş. Ayrıca ejderha için küçük, büyük yalan yokmuş; kime niçin söylediğinin anlamı da yokmuş. Bazıları masum görünse de ejderha onları hemencecik duyar, güç alır, o tarafa doğru kanatlarını açarmış.


    Prenses gecelerin hüküm sürdüğü günlerden, bakıcısının hikayelerinden, bu küçük kasabadan sıkılmış. Ailesini, diğer insanları, dışarıyı merak eder olmuş. Bakıcısıyla konuşmamaya başlamış. Bakıcı ne yaptıysa da durumu anlayamamış, prenses hep onu oyalamış. Prenses günün birinde kafasına koymuş, kaçıp şehrini bulacakmış, hem o prensesmiş bir şeyler olmaz bana diye düşünmüş.


    Önce hastayım diye odasından hiç çıkmamaya başlamış. Sonra bir gün uyuması gereken saatte evden kaçıvermiş. Kimselere fark ettirmeden kasabadan çıkmış. Bakıcısından dinlediği kadarıyla şehrine doğru yola çıkmış. Karanlıkta korkarak ilerler olmuş. Karşılaştıklarına kralın şehrini sorar, onların gösterdiği tarafa doğru gidermiş.


    Kasabalardan geçtikçe, insanları gördükçe göklerdeki gürültü artmaya başlamış. Kimi zaman gökyüzünde kocaman gölge görürmüş. İnsanlar sesleri duyunca evlerine kapanırmış. O da sokaklarda tek başına ilerlermiş. Evlerine kaçanlar ejderhanın eskiden çok küçük olduğunu, kimsenin dikkate almadığını ama sonrasında gittikçe büyüdüğünü, güçlendiğini fısıldarlarmış. Prensese kim olduğunu, nereye gittiğini soranlar olurmuş. Ama prenses şehre gitmeye çalıştığını söyler, kendi hakkında masallardan duyduğu kahramanlardanmış gibi bilgiler verirmiş.


    Gününü birinde şehrin kapısına ulaşmayı başarmış. Karanlık şehre uzaktan bakar olmuş. Hayallerindeki şehri göremiyormuş orada. Daha çok harabe gibi görünüyormuş. Ve şehrin üzerinde dolanan kocaman ejderhayı görmüş ve çok korkmuş. Ejderha şehrin üzerinde kahkahalar atarak süzülüyormuş. İnsanlar sokaklara çıkamıyormuş. Şehrin kapısında onu fark eden ejderha ona doğru kanat çırpmaya başlamış.


    Ejderhanın ona doğru geldiğini görünce elleri ayakları titremeye başlamış, geriye doğru adım atmaya başlarken düşmüş öylece olduğu yere. Ejderha karşısına dikilmiş, geniş kanatlarını olabildiğince açmış ve kükremeye başlamış. Prensesin gözlerinden yaşlar süzülmüş. Bunu gören ejderha havaya doğru nefesini haykırmış ve karanlık adeta ateşiyle aydınlanmış. Prenses bir anda ondan korkmadığını tüm gücüyle söylemiş lakin ejderha daha da fazla kahkaha atar olmuş.


    Ejderha yoldan kahkahalar atarak çekilivermiş, elini uzatmış: “Buyurun prensesim, ben de sizi bekliyordum. Bir gün sizden de daha fazla güç alacağım işte o zaman korkacaksınız.” demiş. Prenses şaşkınlıkla gözyaşları içerisinde ilerlemeye başlamış. Korkmasına korkuyormuş da ejderha yeterli gücü alamamış. Lakin ejderha farkındaymış, o da büyüdükçe isteyerek veyahut istemeyerek ona güç verecekmiş.


    İnsanların sözlerinde, duygularında, tepkilerinde yalanlar olduğu sürece ejderha insanlara musallat olmaktan vazgeçmeyecekmiş. Neden veya nasıl olduğunun bir önemi yokmuş; yalan yalanmış. İnsanlar ya yalanı bırakacaklarmış ya da yalanlarıyla birlikte ejderhayla yaşamaya alışacaklarmış. Ejderha onları öldürmese de korkmalarına, hayatlarını etkilemeye devam edecekmiş.


    Ejderha merak etmiş de izin vermiş prensese, neler olacağını görmek istemiş.


    *Yeni Sayfa'dan

    • Duygu
    • •
    • Masal
    • •
    • Hikaye
    176 görüntüleme0 yorum
    • Donat
      • 5 Nis 2020
      • 3 dakikada okunur

    Neden?

    Ne oldu biraz önce? Hiçbir şey anlamadım. İçimdeki bu his ne, ne oluyor bana? Deliriyor muyum yoksa ölmek üzere miyim? Ölüm bunun gibi bir tat mı? Dilimin üzerindeki hissizlik var, dudaklarım yanıyor, tüm iç organlarım havada sanki, kulağıma hafiften bir çınlama hakim, gözlerim netliğini kaybetti, dokunduğum her yüzey yumuşak mı, gerçekten birisi bana ne olduğunu açıklayabilir mi?


    Vücudumun içindeki istemsiz titremeyi durduramıyorum. Dengemi kaybetmiş gibi hissediyorum, çöktüm yere ama hala düşecek gibiyim. Destek aldığım bacaklarım kendilerinde değiller, güvenemedim onlara. Oturduğum yerde nasıl düşecek gibi hissedebilirim ki?


    Kusacağım sanırım, içimdeki tüm organlar boğazımda resmen, ya da sanki havada asılı kalmışlar gibi. Şok mu geçiriyorum ben yoksa şu an? İçimdeki fırtınaya nasıl engel olabilirim? Bir saat önceki halime geri dönebilmek için tüm çocukluk resimlerinden vazgeçebilirim, evet kardeşlerimle olanlar dahil.


    Karnımdan boğazıma kadar yukarıya doğru akmakta olan bir rüzgar var. Çok güçlü ve derinden esiyor. Rüzgara kapılmış, çivileri gevşemiş, rüzgarın hareketiyle bir yerinden çıkan bir yerine oturan, rahatsız edici sesler çıkaran, biraz sonra sanki çökecekmiş gibi hırpalanan eskimiş bir tente gibi. Karnıma bastırıyorum olanca gücümle, geçmiyor. İçimdeki haşin dalgaları durduramıyorum. Lütfen yardım edin.


    Ellerim saçlarımın arasında başımı sıkıca tutuyor. En amansız kabuslarımdaki yamacın kenarındayım. O düşüşü asla uyanmadan yaşıyorum. Nefesim kesiliyor. Yutkunamıyorum. Sinirli miyim ben? Düşünemiyorum, beynimin içerisinde dişleri kanlı aslanı görünce kaçan zebraların telaşı var. Her yer toz duman, göz gözü görmüyor. Kollarımda güç hissedemiyorum. Ellerimi başımdan çekersem başımı da omuzlarımın üzerinde tutamam.


    Sigaramı cebimden titreyerek çıkardım. Dudaklarıma götüremiyorum, başardığımda da bu sefer çakmak aynı yanılsamayı yapıyor bana. Çakmağı çakacak güç parmaklarımda yok. Ellerimin titremesinden ateşi sigarama denk getiremiyorum. Başardım, derin bir nefes aldım ve bu başımı daha da çok döndürdü.


    Çaresizlik bu mu yoksa? Haksızlığın, saygısızlığın farkındayım. İyi de ben bunu hiç hak etmedim ki! Ben bu saygısızlığı, haksızlığı hak edecek hiçbir şey yapmadım! Üzülüp, gözlerimden yaşların gelmesi gerekmiyor mu? Neden ağlayamıyorum da bu his hakim benliğime. Hiçbir şey yapamayacak olmamı vücudum daha önce mi anladı? Bedenim beni kendimden korumak için mi bunları yapıyor? Kor bir alev düştü sanki içime fakat sadece düştüğü yeri yakıyor.


    Doğruldum, kalkmam lazım buradan. Bir bardak su içmem gerekiyor, geçer belki bu. Bardağı zar zor tutabildim. Kursağımda kalmış birçok heves gibi su da kaldı orada. İçemiyorum, kusasım geliyor. Kızgınım, çok ama çok kızgınım. Olanca gücümle bağırıyorum. Sesim kesilene kadar bağırıyorum. Kimse duymuyor. Ellerimi yumruk yapıp sağa sola geçiriyorum. Vurmamla birlikte az da olsa acı hissettim ellerimde. Ellerimin üzeri duvar yüzünden soyuldu, kan akacak gibi ama akamıyor. Birazdan süzülmeye başlar sanırım.


    Çok acı çekiyorum. Adeta defalarca bıçaklanmışım ve kenara atılmışım öylece. Soğuk suratıma çarptıkça kendime geliyorum da hareket edemiyorum. Canım yanıyor, hiç böyle olmamıştı. Hiç canım bu kadar yanmamıştı. Gözyaşlarım toparlandılar ama inat ediyorum. Özgür bırakmayacağım onları. Kalbim, kalbim atmıyor sanki. Pes etti, dayanamıyor bu acıya, küfürler savurduğunu duyuyorum, benden nefret ettiğini hissediyorum. Allah’ım yardım et, bu acıya son ver, devam edemiyorum!


    Hatırlamaya çalışıyorum. Nedenini anlamaya çalışıyorum, anlayamıyorum. Gerekmediği zamanlarda fazlasıyla çalışan aklım meczup gibi dilini dışarıya çıkarmış dalga geçiyor benimle. Bana ne oldu? Bu his nasıl geçecek? Lütfen birisi yardım etsin bana. Yastığımı başımın üzerine geçirip yorganımla tüm bedenimi kapatıp günlerce belki de haftalarca uyumaya ihtiyacım var. Hiç kimseyi görmek istemiyorum.


    Anımsıyorum. Bana yardım edebilecek tek kişi mi yaptı bunu bana? Gücüm, kuvvetim, dengem ona yaslanmıştı, güvenmişti de birden bire çekiliverdi arkasından. Neden? Bir nedene ihtiyacım var, hak ediyorum bunu. Yoksa kafayı yiyeceğim! Derin bakışların, engin gülümsemen, sonsuz sarılman; o da mı yalandı? Sana ulaşamıyorum, seni anlayamıyorum. Bu işe yarayacak mı sence, bana sadece acı veriyor. Şu an başaramasam da bir gün senden nefret edeceğim.


    Yoksa bunu kendime ben mi yaptım? Ben mi verdim tüm gücü onun ellerine? Pimini çektiğim bombayı verdim avuçlarına ve tutmasını istedim. Dayanamadı, sonunda bıraktı elinden bombayı. Küçücük bir alanda tek etkilenen, tek hasar alan benim, mahvoldum.


    Yazarsam geçer mi? Tam şu anda ne hissediyorsam ve bunu tüm çıplaklığıyla yazarsam geçer mi? Acım, bu hissim geçene kadar yazarım hem. Ne zaman biterse de bırakırım kalemi. Başarabilir miyim? Ellerim buna izin verir mi? Hareket edersem bayılabilirim lakin denemek zorundayım. Elimden başka hiçbir şey gelmiyor. Tek çarem, son çarem belki de mutlak umudum bu.


    Ya da annemi mi arasam? Onun sonsuz sesinden duyacağım bir laf rahatlatır beni. Evet evet, en çaresiz, en zor anlarımda bir kelimesiyle gözyaşlarımın coşup barajları yıktığını hatırlıyorum. En tükenmiş anlarımda beni yalnız bırakmayan, ne olursa olsun, hep yanımda olan o değil mi? Ama ya onu üzersem? Ya gerçekten beni düşünen belki de seven tek insanı çaresizliğime hapsedersem. Hele de eğer deva bulamazsa, benden de fazla üzüleceğini biliyorum, yapamam.


    Kalemi elime almadan balkonun köşesine yaklaştım. Aşağıya doğru bakıyorum. Yükseklik başımı döndürüyor ayrıca davetkar; ona teslim olmamı istiyor. Esinti bedenime çarptıkça hissedebildiğimi hatırlıyorum. Ellerim mermere dayalı kuvvet alıyor. Şuracıktan atlayıversem her şey geçer mi?


    Lütfen yardım edin, dayanamıyorum bu acıya.

    • Duygu
    • •
    • Düşünce
    • •
    • Deneme
    126 görüntüleme0 yorum
    1
    2
    345
    • mfdonat
    • mfdonat
    • Beyaz Facebook Simge
    • Beyaz Google+ Simge

    donattan.com